Modern reklamcılığın doğuşunun ön
koşulunu oluşturan etkenler arasında, tüketim malları pazarının genişlemesi
kadar, gösterişçi yaşam tarzının önem kazanması da yer alır. Pek çok eleştirmen
için reklam, püriten ahlâkı çürüten bir olgu olarak görülür. Reklam olmadığı
taktirde püriten çalışma ahlâkı bozulmadan kalacak ve gereksiz tüketim yerini ihtiyaçlarla
sınırlı bir tüketime bırakacaktır. Kitlesel üretim ve ihtiyaçların sınırsız
oluşu, bu bakış açısında, çözümlenmemiş bir sorun olarak varlığını sürdürür.
Püriten inançla üreten ilk temsilciler üretime odaklanmışken, onları sonradan
takip edenler zevklerini kanıtlama peşinde olmuşlardır. Buna göre, zevk sahibi
olduğunu göstermekle, iyilik de kanıtlanmış olur. Bir insanın zevk sahibi
olduğuna ilişkin ipuçları onun modaya uyduğunu göstermektir. Bu nedenle geç
Protestanlar, modayı takip etmeye ve lüks malları tüketmeye hevesli hale
gelmişlerdir. Colin Campbell’a göre, geç Protestan etiği bilinçsiz de olsa modern
tüketicilik ruhuna yol açmıştır. Erken Protestanlar çileci iken, geç
Protestanlar hedonist ve bireycidir, yanılsamalar, gündüz düşleri ve
fantezilerle beslenen bir ruhtur.
Campbell, Weber’in aksine fantezi
ve büyüye dayalı ruhun mutluluğa yol açtığını belirtir. (Akt. Ritzer, 2000:96).
Gösterişe dayalı tüketim, geç Protestanların yaşama biçimidir. Tüketim, hayata
ilişkin felsefenin merkezine yerleştiği zaman, reklam bu felsefenin katalizörü
görevini üstlenir, bazen ihtiyaçlar yaratır, bazen ihtiyaçların nasıl
giderileceği sorununu çözmeye yardımcı olur. Farklı bir bakış açısından modern
reklamcılık, tüketirken püriten ahlaktan uzaklaştırıp rahatlatmaya da yarar.
Reklam psikologu Ernest Dichter tarafından belirtildiği gibi, reklamın tarihsel
görevi; bir çok malın tanıtımı ve reklamında, -bu ister yiyecek, ister bir
sürat teknesi, bir radyo ya da spor bir ceket olsun- tüketimi içsel bir
özgürlük olarak sunmak ve bir şeyin kullanımı yoluyla hayattan tat almaya
ahlaki onay vermeye cesaretlendirmektir (Akt. Falk, 1997:99-100). Bugünkü bakış
açısıyla baktığımız zaman, reklamın tüketim toplumunun yaratılma sürecinde
üstlendiği tarihsel görevi başarıyla yerine getirdiğini gözlemleriz. Hayattan
tat alma bir kola markasının sloganı olmuş olsa da, bireyler hayattan kam
almayı çoktandır tüketimle özdeşleştirmiş, hayallerinin başköşelerini günü
gelip de sahip olacakları mallarla süslemeye başlamıştır.
20. yüzyıl başlarında
reklamcılığın iki görevi söz konusudur. Bunlardan ilki, kitlesel olarak
üretilen malların pazarlanmasına yardımcı olarak tüketilmelerini sağlamaktır. Reklam
birinci işlevini, malların nasıl kullanılacağı konusunda rehberlik ederek, mal
kullanımının modernliğin bir parçası olduğunun altını çizerek
gerçekleştirmiştir. Reklamın ikinci işlevi ise; anonim şehir yaşantısı içinde insanların
benlik arayışında, onlara benliklerini sunma, teşhir etmek için mal tüketimini
önermektir. Reklam bu işlevini, insanların yaşadığı boşluğu reklam
sloganlarıyla doldurmak suretiyle yerine getirmiştir.
Şahinde Yavuz
0 yorum: