Halkla
ilişkiler, reklam ve propaganda arasında belli ayırt edici noktalar olmasına
rağmen, hepsi temelde ikna edici iletişime dayalı olarak kurulurlar. İkna edici
iletişim, kişilerin ve kitlelerin belli bir kanaat edinmelerini ve bu kanaate
uygun olarak davranmasını amaçlar. Bu bağlamda reklam, halkla ilişkiler ve
propagandanın ortak noktalarından biri; ikna
edici iletişim türleri olmalarıdır. Günümüzde kavramsal olarak,
kullandıkları araçlar ve zeminler üzerinden farklılaşsalar da, satışı yapılacak
fikirlerin, malların ve hizmetlerin potansiyel müşterilerini yaratmak üzere
birlikte ve uyumlu bir biçimde hareket etmektedirler.
George
W. Mills Amerika örneğini inceleyerek, halkla ilişkilerin ülkeyi yöneten
iktidar seçkinlerinin egemenliklerini sürdürme araçlarından biri olduğunu
belirtmektedir. Mills’in Amerikan örneğinden hareketle iktidar seçkinleri
olarak işaret ettiği gruplar; siyasi, askeri ve iş dünyası seçkinleridir. Bu üç
seçkin grup, halkla ilişkiler ve danışmanlar grubunun desteğiyle ülkeyi yönetmektedirler.
Propagandacılar, halkla ilişkiler uzmanları ve reklamcılar bu iktidar
seçkinlerinden hemen sonra gelen toplumsal sınıf olarak
nitelendirilmektedirler. Bu kişiler kamuoyunun oluşumunu etkilemekte ve
belirlemektedirler (Kızılçelik, 1994: 430-444).
Halkla ilişkiler uzmanları toplumsal rızayı kurmak için
gereken bilginin ve sembollerin üreticileri ve dağıtıcılarıdır. Çünkü günümüzde
ne siyasi ne de ticari amaçlara halkın rızasını almadan ulaşılamamaktadır.
Kurumlarda halkla ilişkiler, pazar araştırmaları, kamuoyu araştırmaları gibi
faaliyetlerden hem pazarlamanın etkinliğini artırmak için hem de uluslararası
ticari iletişim akışına hız kazandırmak için yararlanılmaktadır.
Modern
ve uluslararası ölçekteki halkla ilişkiler firmaları günümüzde kuramların yararına
olacak bilgileri çoğaltmaktadırlar. Medyanın da faydalanabileceği ve onların da
yararını üretecek biçimdeki materyallere dönüştürmektedirler. Medya halkla
ilişkiler şirketlerinin kendilerine sağladığı bu materyalleri kabul etmektedir.
Çünkü bu durum onların haber üretimi için harcayacakları emekten ve maliyetten
tasarruf etmeleri anlamına gelmektedir. Haber materyali zaten onlara hazır
biçimde gelmektedir, bunun için ayrıca zaman harcamalarına gerek yoktur. Bu
durum hem kurumların hem de medyanın çift taraflı yararını kapsamaktadır.
Kurumlar kendileri hakkındaki bilgileri medya aracılığıyla kamuoyuna
iletebilmekte, medya da emekten ve zamandan tasarruf ederek yeni bir habercilik
biçimine yönelmektedir.
İletişimin
ikna etme özelliği bazı temel insan ve toplum özelliklerine dayanır. Örneğin
tekrar edilen şey daha kolay hatırda kalır ve kanaatin ön koşulu olan algı için
tekrar yararlıdır. Halkla ilişkiler, propaganda ve rıza üretimi ve reklamcılık
gibi alanlarda ortak bir nokta da tekrardır.
Mesajların sürekli tekrar yoluyla akılda kalması sağlanır.
Özdeşleştirme ortak bir biçimde kullanılan bir başka tekniktir. Kişiler,
özdeşleşmek istedikleri kişilerin söylediklerini ya da yaptıklarını daha kolay
benimserler. Özdeşleşilecek kişiler ise genellikle toplumda olumlu bir imaja
sahip olan, kendisine saygınlık ve hayranlık duyulan kişilerdir. Özdeşleşme
mekanizması reklamlarda satılmak istenen ürün ya da hizmetin bu kişilerin de
tükettiğini göstererek ya da halkla ilişkiler açısından benimsetilmek istenen
fikrin bu kişi(ler) tarafından da benimsendiğini göstererek kullanılmaktadır.
Özdeşleşme
mekanizmasından yararlanılarak pek çok konu üzerinde çalışılabilmektedir.
Örneğin oy verme davranışlarını etkilemeye dönük siyasal iletişim faaliyetleri,
herhangi bir ürün ya da hizmetin satışı, sigara bırakma kampanyaları vs. gibi
pek çok konuda bu mekanizma işletilmektedir.
Kitle
toplumu olgusu bize, ikna edici iletişimin de kitlesel boyutta
gerçekleştirilmesi gerektiğini göstermiştir. Kitlesel boyutta ikna edici
iletişimin pratik sonucu kamuoyu oluşturmaktır. Bu nedenle kamuoyu, halkla
ilişkiler, propaganda ve siyasal iletişim etkinlikleri açısından anahtar bir
kavramdır. Kamuoyu genellikle kendi başına oluşmaz, oluşturulur. Kamuoyunu
oluşturanlar yukarıda değinilen ikna tekniklerinden yararlanırlar.
Büyük endüstriyel yapılar, halkla
ilişkiler etkinlikleri aracılığıyla kamuoyunu manipüle etmek için medya
üzerinden yürüyen söylemsel mücadelenin aktif birer katılımcısı durumundadırlar
ve kendi leyhlerine bir kamuoyu yaratmak için ciddi bir çaba sarfetmektedirler.
Halkla ilişkilerin propagandayla olan bağını daha iyi görebilmek için tarihsel
gelişim seyrindeki önemli kişilere ve düşüncelerine göz atmamız yararlı
olacaktır.
1920’ler
Sigmund Freud’un
teorilerinin yaygın bir biçimde kabul gördüğü yıllardı. Bu yıllarda psikoloji
bilimi yükselişe geçmişti. Freud, halkla ilişkilerin babası olarak bilinen Edward
L. Bernays üzerinde
oldukça etkili olmuştur.
Bernays
için Freud yalnızca yüksek entelektüel düzeyiyle değil, bir aile üyesi olarak
ve kişisel danışmanı olarak önemli bir figürdü. Edward Bernays, Eli Bernays ve Freud’un
kızkardeşi olan Anna Freud Bernays’ın oğulları idi. Hatta Freud da Eli Bernays’ın
kızkardeşi olan Martha Bernays’la evliydi. Yani Edward Bernays her iki taraftan da Freud’un
yeğeniydi. Freud’un etkisi Bernays aracılığıyla halkla ilişkiler üzerinde de
sürdü. Bernays halkla ilişkiler alanında Kamuoyunun
Kristalleşmesi (Crystallizing Public Opinion), Rıza Mühendisliği (The
Engineering of Consent) ve
Propaganda kitaplarının yazarıdır.
Bernays’ın eserlerinde ve iş yapış biçiminde Freud’un etkisi kendini
hissettirmektedir. Ancak Freud daha çok bireysel psikoloji üzerine
çalışmalarını yoğunlaştırırken, Bernays kitle psikolojisi üzerine çalışmıştır.
Bernays “Propaganda” adlı eserinde kamuoyunun bilimsel bir biçimde
manipülasyonunun, toplumdaki kaos ve çatışmayı önlemek için gerekli olduğunu
belirtmiştir.
Bernays
halkla ilişkilere yönelik bilimsel yaklaşımlarını 1920’lerde yani kitle üretiminin,
kitle iletişiminin, kitle tüketiminin ve teknolojik ilerlemenin ortaya çıktığı
bir dönemde gerçekleştirmiştir. Tüm bu gelişmeler ışığında Bemays toplumsal
sorunların bir mühendislik yaklaşımıyla çözümlenebileceğini, demokrasinin
tehlikeli olduğu ve önemli kararların yalnızca uzman kişilerce alınması
gerektiğini belirtmiştir.
Bernays,
Freud’un düşüncelerinin yanı sıra Fransız filozof Gustave Le Bon’un
düşüncelerinden de etkilenmiştir. Le Bon kitlelerin sosyal psikolojisiyle
ilgilenmiş bir düşünürdür. Le Bon’a göre; kitleler rasyonel gerekçelerle
hareket etmezler, çoğunlukla duygularına dayalı olarak hareket ederler.
Bernays,
Le Bon’dan da etkilenerek, insanların rasyonel gerekçelerden ziyade
bilinçaltındaki güdülerle harekete geçtiğini savunmuştur. İnsanların kalplerini
ve zihinlerini kazanmanın yolu da onların duygusal güdülerini harekete
geçirmektir. 1920’lerde Le Bon’un sosyal psikolojisi, örgütlerin
biçimlendirilmesinde kamunun duygularının sürekli olarak ölçülmesi için
kullanılmıştır. Alan araştırması, kamuoyu araştırması ve odak grup görüşmeleri
bilimsel yöntemler, kamu zihninin nasıl yönetileceğini bulmak için
kullanılmıştır. Bernays halkla ilişkileri tıpkı mühendislik gibi, toplumu
karmaşa ve kaostan kurtaracak uygulamalı bir bilim olarak ele almıştır. Bu
düşüncelerini şöyle açıklamaktadır (Rampton ve Stauber, 2001: 40-45):
Eğer grupların bilincini oluşturan güdüleri
anlayabilirsek, haberleri bile olmadan kitleleri arzumuza göre kontrol
edebiliriz. Bu tip bir kontrolü uygulamak yalnızca bir seçim değil, bir
görevdir. Açıktır ki, kamuoyunun gücü artmaktadır ve artmaya devam edecektir.
Toplumun daha iyi yetiştirilmiş, daha çok şey öğrenmiş, uzman ve entelektüel
üst tabakasının görevi açıktır. Onlar kamuoyuna ahlaki ve duygusal güdüler
aşılamalıdır. Halkla ilişkiler uzmanları aldıkları özel eğitim yoluyla ve insan
doğasına yönelik içgörüleriyle kendi ait olduğu grubun dışına çıkarak, tarafsız
bir gözlemcinin bakışıyla özel sorunları irdeler ve bireylere ya da gruplara
ilişkin bilgisini, onlara kendi müşterisinin bakış açısını yansıtmak için
kullanır.
Burada
Bernays’ın sözlerinde bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Çünkü Bernays halkla
ilişkiler uzmanlarının hem tarafsız olduklarını hem de müşterilerinin avukatı
olduğunu belirtmektedir. İkisinin aynı anda imkânsız olduğu açıktır.
Halkla
ilişkilerciler uzun bir süre kendi çalışma alanlarını reklam ve propagandadan
ayırmaya çalışmışlardır. Halkla ilişkiler ve propaganda arasındaki yakınlığın
halkla ilişkilerciler tarafından reddedilmesi Avrupa ve Amerika’daki 1920’ler,
1930’lar ve 1940’ların sonlarından itibaren soğuk savaş dönemindeki faşist
diktatörlüklerin yükseldiği döneme rastlamaktadır. Propagandanın kavram olarak
halkla ilişkilerle olan olumlu yan bağları onun Nazilerle, komünistlerle,
anti-demokratlarla, özdeşleştirilmesinden sonra kopartılmıştır.
Bu
tarihsel deneyim ışığında halkla ilişkiler, propaganda ve manipülasyonla
bağlantılı olarak tanımlansaydı, halkla ilişkilerin bu denli popüler bir kavram
olması mümkün olmayacak ve liberal, demokratik toplumlara ilişkin bir uygulama
olma özelliğini kazanamayacaktı. Oysa halkla ilişkilerin kurucularından biri
olarak kabul edilen Bernays, Hitler 1933’de iktidara geldiğinde Amerika-Almanya
arasındaki ilişkileri geliştirmek amacıyla German
Dye Trust adına çalışmaya başlamıştı. Amerika’daki patronlarını
Hitler de dahil olmak üzere diğer Nazilerle tanıştırıyordu. Yaptığı bu iş onun
giderek bir Nazi sempatizanı olmasına yol açmıştı. Bernays’ın en önemli
eserlerinden biri olan Kamuoyunun Kristalleşmesi
ise, Nazi Almanyası’nın propaganda lideri olan Goebbels’in kütüphanesindeki en
önemli eserlerden biriydi.
Halkla ilişkiler uzmanları, birbirinden giderek ayrılmış ve
parçalanmış toplumun farklı alanlarındaki insanları biraraya getirmeye
çalışırlar. Bazen bir fikir, bazen bir ürün ya da hizmet satışını desteklemek
üzere hareket ederler. Halkla ilişkiler uzmanları modern dünyanın insanına gerçekliğin
farklı yönlerini oluştururlar. Propaganda bunu gerçekleştirmenin yollarından
biridir. Reklam bunu daha geniş hedef kitlelere, medyadan yer ve zaman satın
alarak gerçekleştirirken, halkla ilişkiler daha spesifik kitleler üzerinde uzun
soluklu çalışmalarla bunu gerçekleştirir. Halkla ilişkiler kendini ayrı bir
bilgi bütünü olarak varetmeye çalışırken öncelikle tanımsal olarak farkını
ortaya koyar. Diğer çalışma alanlarıyla ayrımlarını vurgular. Ancak görüldüğü
üzere hem propaganda hem reklam hem de halkla ilişkilerin modern toplumlarda
rıza üretimi konusunda ortaklıkları söz konusudur.
www.anadolu.edu.tr
0 yorum: