15 Mart 2016 Salı

Radyoculuğun Doğuşu ve Gelişimi

by karamanni  |  in Radyo at  13:49:00



Radyo kelimesi, Latince radius (ışınlama) ve Yunanca fone (ses) kelimelerinin bir araya gelmesinden oluşan Radyofoni kelimesinin kısaltılmış şeklidir. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başları, dünyada pek çok icat ve buluşun art arda insanları şaşkınlığa sürüklediği ve toplumsal hayatı değiştirdiği bir zaman dilimidir. Binlerce yıldır hayat tarzında büyük değişiklikler olmayan insanoğlu; yüz yıl gibi bir zaman diliminde uçaklar, trenler ve okyanusları aşabilen dev transatlantiklerle uzun mesafeleri aşmış; telsiz, telefon, radyo ve televizyon ile haberleşme alışkanlıklarını köklü bir biçimde değiştirmişti.

20. yüzyıldaki en önemli cihazlardan biri olan radyoyu tek bir kişinin icat ettiğini söylemek doğru olmaz. Birbirine yakın zaman dilimlerinde pek çok kişi, radyo alıcıları üzerinde çalışmıştır. Tabii bu cihazdan önce elektriğin, telgrafın, telefonun ve radyo dalgalarının da bulunması gerekmiştir.

Radyonun tarihi temelde üç döneme ayrılabilir: 1- İcatlar dönemi (1860–1920), 2- Radyonun altın çağı (1920–1945), 3- Televizyon sonrasında radyo (1945’den günümüze). Şimdi, radyodan önce haberleşme alanında yapılan önemli icatları ve buluşları inceleyelim. 

1.1. Radyoyu Hazırlayan İcatlar

19. yüzyılda yapılmış pek çok icat ve buluşun radyo yayınlarına katkısı olmuştur. Bunlar arasında elektrik, telgraf ve telefonun icadı ile radyo dalgalarının keşfini sayabiliriz. Aynı yıllarda sanayi, ulaşım, tıp ve sosyal bilimler gibi hayatın bütün alanlarında pek çok icatlar, buluşlar yapılmaktaydı. 

Telgraf: 1800’lü yıllarda farklı ülkelerden bilim adamları elektromanyetizma üzerine çalışmalar yürütüyorlardı. İngiliz bilim adamları Cooke ve Wheatsone, 1937’de “metal devreler aracılığı ile gönderilen elektrik akımlarının uzak mesafelerde sinyal ve ses anlamı vermesindeki gelişmeler” adıyla ilk telgraf patentini aldılar. Aynı ülkeden Maxwell (1831– 1874) elektromanyetizma alanındaki temel matematiksel denklemleri formülize etti.

ABD’li Samuel Morse ise nokta ve çizgilerden oluşan ve kendi adıyla anılan Morse alfabesini oluşturdu ve buna uygun cihazı hazırladı. Cooke ve Wheatstone ile aynı yıl, 1937’de Mors Cihazı’nın patentini tescil ettirdi. Morse, 1844’te Washington’dan Maryland’daki yardımcısına kelimeden oluşan ilk telgraf mesajını göndererek telgrafın uzun mesafelerde kullanılabileceğini ispatladı. Mors alfabesinde harfler, cihazın anahtarıyla uzun veya kısa tıklamalar yapılarak kodlanıyor, kilometrelerce uzunlukta döşenmiş kablolarla alıcı merkeze ulaştırılıyor ve buradaki operatörler sinyalleri dinleyerek yazıya aktarıyordu. Örneğin Mors alfabesinde “A” harfi peş peşe bir kısa bir uzun vuruşla, “B” harfi ise bir uzun üç kısa vuruşla kodlanmıştır. Her bir harf için birden çok tıklama yapılmasının gerekmesi, telgrafla uzun metinlerin gönderilmesini engelledi. Ancak telgraf ilk olmanın avantajı sayesinde hızla yaygınlaştı. Pek çok ülkede şehirlerin arasına direkler üzerine telgraf telleri döşendi, hatta okyanusun altına telgraf hattı çekilerek Avrupa Amerika’ya bağlandı. 

Resim 1.2: Telgraf anahtarı

Son yıllara kadar özellikle deniz haberleşmesinde acil durumlarda kullanılan “SOS” sinyali ne “Save Our Souls” (ruhlarımızı kurtarın), ne de “Save Our Ship” (Gemimizi kurtarın) anlamına gelir. “S.O.S.” harfleri Mors alfabesinde hızlı ve akılda kalıcı bir şekilde yazılabildiği için (üç kısa, üç uzun, üç kısa vuruş) bu üç harf, imdat çağrısı olarak kullanılmaktadır.

 

Telefon: 1937 yılında ABD’li araştırmacı C. G. Page, demirin mıknatıslanmasındaki hızlı değişimin müzikal bir ses çıkmasına yol açtığını keşfetmişti. Bu deneye katılanlardan bazıları bu buluşla “anlaşılır konuşmaları” göndermenin de mümkün olabileceğini iddia ettiler. Bu iddiayı ispatlama başarısı, 1876 yılında “telefon” adını verdiği cihazının patentini alan ABD’li Graham Bell’e nasip oldu. (Ancak Bell ile aynı gün, benzer bir cihazın patentini almak için başvuruda bulunan Elisha Gray, sadece 2 saat farkla telefonun mucidi olarak anılma şansını kaçırdı.) Önceleri resmî dairelere ve basın-yayın kuruluşlarına telefon hattı çekilirken zamanla telefon, iş yerlerine ve evlere doğru uzandı. Telefon haberleşmesi pek çok ülkede devlet tekeli tarafından yönetilirken ABD’de özel şirketlere bırakıldı.

Resim 1.3: İlk dönemlerden bir telefon

Radyo dalgaları: Telgraf ve telefon ancak kablolar vasıtasıyla veri aktarımı yapabiliyordu. İngiliz fizikçi James Maxwell, seslerin havadan uzak mesafelere ışık hızına yakın bir hızda (saniyede 300 bin km) yollanmasını sağlayacak “elektromanyetik dalgalar”ın diğer adıyla “radyo dalgaları”nın varlığını keşfetmişti (1865). Alman bilim adamı Hertz ise Maxwell’in bu tezini geliştirdi ve deneylerle ispatladı. Hertz, elektromanyetik dalgalarının ölçü birimine de kendi adını verdi. Bu  dalgalar günümüzde radyo-televizyon yayınlarının yanı sıra cep telefonundan uzaktan kumandalı arabalara kadar hayatın pek çok alanında kullanılmaktadır. 

Radyo, televizyon, cep telefonu gibi cihazlar, farklı dalga boylarındaki sinyalleri toplayarak bunları ses ve görüntüye çevirirler. Radyo dalgaları vasıtasıyla ses ve görüntünün yanı sıra sayısal veriler (Internet verisi, dijital yayın vs.) göndermek mümkündür. Radyo dalgaları ile ilgili daha detaylı bilgiyi “Radyo Yayıncılığının Temelleri” modülden edinebilirsiniz.

 

1.2. Radyonun İcadı

Varlıklı bir İtalyan ailenin çocuğu olan Guglielmo Marconi, küçük yaşlarda radyo dalgaları üzerine çalışmalara başladı. Bu dalgalarla odasından, alt kattaki zili çalmayı başardı. Küçük Marconi’nin bir tepeye kurduğu antenle, tepede ateşlediği tüfeğin  sesini uzaktaki evine ulaştırabildiğini gören aile, buluşun önemini anladı. İtalyan yetkililerden ilgi göremeyince Marconi, annesiyle birlikte radyosunu İngiltere’ye götürdü. Cihaz özellikle ordu yetkililerinin ve denizcilerin büyük ilgisini çekti, başka ülkelerden bu icadı görmeye gelenler oldu. Marconi 1899’da ABD’ye giderek henüz 25 yaşındayken “Marconi Amerikan Telsiz Şirketi”ni kurdu.

Ticari ve askeri gemiler için telsiz cihazları imalatına başladı. Marconi her ne kadar “radyonun babası” olarak adlandırılsa da yaptığı cihaz, sesi düzenli dalgalar biçiminde gönderemiyordu. Fransız Lee de Forest, 1907 yılında icad ettiği “Boşluk tüpü” (vacuum tube) ile radyoların sesinin çok daha kaliteli ve kesintisiz yayınlanabilmesini sağladı. Bu tarihten sonra pek çok ülkede deneme amaçlı radyo yayınları yapılmaya başlandı.

Aslında pek çok kişi bu alanda çalışmalar yürütmüştür ama radyonun icadında yukarıda adı geçen dört kişiyi öncelikle saymak gerekir: Radyo dalgalarını keşfeden İngiliz Maxwell, bunu deneylerle ispatlayan Alman Hertz, alıcı cihazları üreten İtalyan Marconi ve sesin daha kaliteli/kesintisiz aktarımını sağlayan Fransız Lee de Forest. Radyoya doğrudan veya dolaylı olarak emeği geçen onlarca bilim adamı arasında Branly, Righi, Barden, Shocley, Fleming, Fessender, Popoff, Edison ve Tesla’yı da saymak gerekir. Tüm bu keşif ve icatlardan sonra artık halka açık radyo yayınları başlayabilirdi. 

1.3. İlk Yayınlar ve Radyonun Altın Çağı

1906’nın Noel akşamı, bir Kanadalı olan Reginald Fessenden ilk defa uzun mesafeye konulu radyo yayını gerçekleştirmeyi başardı. Bir konserden canlı yayın yaptığı ve kendisinin de bir şarkı söylediği bu yayın, Karayip adalarından bile dinlenebilmişti. Okyanusta yol alan gemilerdeki telsiz operatörleri, telsiz sinyallerini dinlerken duydukları müzikle şaşkına dönmüşlerdi. Fessenden bilinmeyen dinleyicilerine bir şarkı da söylemiş ve “Eğer beni duyan birileri varsa, lütfen Brant Rock’taki Bay Fessenden’e mektup yazın” diye seslenmişti. Amatör radyocular Birinci Dünya Savaşı öncesi gökyüzünü uçuşan seslerle doldurdu.

Konuşmalar ve müzik gittikçe gökyüzünde birbirine karışmaya başladı; bunun üzerine ABD’de 1912’de çıkartılan bir kanunla ses yayını izne bağlandı. Birinci Dünya Savaşı dünyanın üzerine bir kara bulut gibi çökerken amatörlerin eğlencesi olan radyo da ordunun savaş araçlarından biri oldu ve propaganda yapmak ve moral vermek gibi önemli görevler üstlendi. Savaş bittiğinde radyo sivil yaşamda hızlı bir biçimde yayılıverdi ve yayınlar profesyonelleşti.

1920’de ABD’de özel sektöre ait ilk radyo istasyonu, düzenli yayınlara başladı. Sadece iki yıl içinde bu ülkede radyo istasyonu sayısı 200’ü aştı. Bu dönemde radyo yayınlarının bir propaganda aracı olarak önemi ve gücü kavranmış, çeşitli sivil ve siyasi gruplar tarafından radyolar insanları etkileme aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1920– 1930 arasında Asya ve Afrika’daki birkaç küçük ülke dışında çoğu ülke radyo yayınlarını başlattı. Düzenli radyo yayınları İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği’nde 1922, Almanya’da 1923, Türkiye’de ise 1927’de başladı.

Bu yeni buluş ile kişinin haber alma, eğlenme, hatta eğitim ve kültür faaliyeti için evinden çıkması, bu hizmetlerin bulunduğu yere gitmesi mecburiyeti ortadan kalkıyordu. Ancak radyonun kitlesel haberleşme aracı olarak yayına başladığı ilk yıllar, günümüzdeki gelişmiş durumdan çok uzaktı. Radyo yayınlarında yer alan her şey tür ve biçim olarak ilk kez uygulanmaktaydı. Bu sebeple ilk yayınlar daha çok haber ve müzikten oluşuyordu. Radyo yayınlarının en hızlı geliştiği ülke ABD’ydi. 1927 yılına gelindiğinde bu ülkede 700 radyo istasyonu ve 7 milyon radyo alıcısı buluyordu. 1930’ların sonuna gelindiğindeyse iki büyük şirket radyo piyasasına hâkim oldu: NBC ve CBS. Hükümetin çıkarttığı anti-tekel kanunuyla NBC ikiye bölündü ve ABC doğdu.

1938’de ünlü yönetmen Orson Welles radyoda H. G. Wells’in “Dünyalar Savaşı” adlı romanından Marslıların dünyayı işgale başladığıyla ilgili bir bölümü, haber tarzında okudu. İnsanların radyoya güveni o derece fazlaydı ki tam bir panik havası yaşandı, intihar edenler bile oldu.

Radyoculuk tüm dünyada 1927–1945 yılları arasında altın çağını yaşadı. Bu olgunluk döneminde yayınlar hem teknik hem de içerik olarak hızla gelişti. Dalga boylarının tahsisi için uluslararası birçok toplantı yapılarak uzun mesafeli frekanslar ülkeler arasında bu yıllarda paylaşıldı.

1935 yılında FM bandının bulunması ve kullanılmaya başlanması parazitsiz ve daha kaliteli ses yayını yapma imkânı verdi. 1948’de radyolarda tüplerin yerini alacak transistörlerin üretilmesi, çok daha küçük boyutlu ve daha az enerji harcayan radyoların üretilmesini sağladı. 

1.4. Televizyon Sonrasında Radyo

İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle dünyada televizyon yayınları konusundaki çalışmalar hızlandı ve ilk yayınlar başladı. Sesin yanı sıra görüntü de sunan televizyon, radyonun altın çağını bir daha geri dönmemek üzere bitirmiş oldu. Evlerdeki radyo alıcıları yerlerini TV cihazlarına bıraktı. Bu dönemde radyolar içeriğini çeşitlendirerek ve TV’de olmayan avantajlarını kullanarak ayakta kalmaya çalıştılar.

Televizyon, radyo ve sinemanın toplamıdır ancak ikisini ortaya çıkartan ihtiyaçların tümüne birden karşılık veremediği için radyo da sinema da günümüzde hâlâ vardır. 

1.5. Günümüz Dünyasında Radyo Yayınları

1960’larda radyoculuk yeni bir toparlanma içine girmiştir. Evde, iş yerinde, arabada, hatta küçük alıcılar sayesinde yolda yürürken bile dinlenebilen radyo, geniş bir kesime ulaşmayı bugün de sürdürmektedir. Ayrıca radyo görüntü sunmadığı için hayal gücüne seslenmeyi de başarabilmektedir. Günümüzde gelişmiş bazı ülkelerdeki radyoculuğun durumu kısaca şöyledir:

ABD: Ulusal ve yerel, değişik amaçlara dönük binlerce özel radyo yayın yapmaktadır. ABD’de kamu yayıncılığı yapan radyolar da vardır. Bunların en büyüğü dünyada 53 dilde yayın yapan Voice of America (Amerika’nın Sesi Radyosu)’dır. Sovyet Bloğunun yıkılmasında büyük önemi olan VOA, günümüzde Afganistan, İran ve Irak üzerinde yoğunlaşmıştır. Propaganda ağırlıklı yayınları olan VOA, Türkiye’ye yönelik yayın da yapmaktadır.

Ayrıca haber, eğlence ve kültür alanında ürettiği programları özel radyolara satan NPR (National Public Radio) adlı bir kamusal yapımcı kuruluş da vardır. NPR bizzat radyo yayını yapmaz, gelirini devlet bütçesinden, bağışlardan ve paket program satışlarından elde eder.

 

İngiltere: Bu ülkede kamu yayıncılığı daha ön plandadır. İngiltere’de radyo denince akla ilk gelecek isim BBC’dir (British Broadcasting Corporation). İngiltere’de 1927’den 1972’ye kadar radyo yayınları BBC’nin tekelinde kalmıştır. BBC yayıncılık bakımından özerktir, hükümetin değil, İngiliz devletinin, kraliçenin ve halkın menfaati için yayın yapar.

BBC gelirini reklâmdan çok radyo ve TV alıcılarından alınan vergiyle elde eder. BBC, 30’dan fazla dilde yayın yapan, kapsama alanı bakımından en büyük radyo-TV örgütlenmesidir.

Fransa: Radyo yayıncılığı İngiltere’ye göre daha çok özel sektörün elindedir. Bugün sayıları 2 bine yaklaşan radyolar arasında Arap, Yahudi, Kuzey Afrikalı, Ermeni, Türk gibi azınlıklara ait olanlar da vardır. Devlete ait olan RF 1 (Radio France 1) Fransızca konuşan ülkelere; RF 2 ise Portekizce, İspanyolca, İspanyolca ve Afrika dillerini konuşan ülkelere yayın yapar.

İtalya: Kamu yayıncılığı yapan RAI (Radiotelevizione İtaliana) dışında binden fazla özel radyo bulunmaktadır.

Almanya: Ulusal radyo yayıncılığı devlet tekelindedir. (DW: Deustche Welle) Ancak kişilere ait bölgesel ve yerel radyolar da bulunmaktadır.

Japonya: Kamusal yayıncılığı hiç reklâm almayan NHK yapar. İlkeleri inandırıcılık, süreklilik ve zenginlik olarak sıralanan NHK, tüm dünyada 22 dilde 24 saat yayın yapar. Önemli diğer Japon radyoları Radio Nippon ve Radio Japan’dir.

0 yorum:

Proudly Powered by Blogger.