Radyo
kelimesi, Latince radius (ışınlama) ve Yunanca fone (ses) kelimelerinin bir araya
gelmesinden oluşan Radyofoni kelimesinin kısaltılmış şeklidir. 19. yüzyılın
sonu ve 20. yüzyılın başları, dünyada pek çok icat ve buluşun art arda insanları
şaşkınlığa sürüklediği ve toplumsal hayatı değiştirdiği bir zaman dilimidir.
Binlerce yıldır hayat tarzında büyük değişiklikler olmayan insanoğlu; yüz yıl
gibi bir zaman diliminde uçaklar, trenler ve okyanusları aşabilen dev transatlantiklerle
uzun mesafeleri aşmış; telsiz, telefon, radyo ve televizyon ile haberleşme
alışkanlıklarını köklü bir biçimde değiştirmişti.
20.
yüzyıldaki en önemli cihazlardan biri olan radyoyu tek bir kişinin icat
ettiğini söylemek doğru olmaz. Birbirine yakın zaman dilimlerinde pek çok kişi,
radyo alıcıları üzerinde çalışmıştır. Tabii bu cihazdan önce elektriğin,
telgrafın, telefonun ve radyo dalgalarının da bulunması gerekmiştir.
Radyonun
tarihi temelde üç döneme ayrılabilir: 1- İcatlar dönemi (1860–1920), 2- Radyonun
altın çağı (1920–1945), 3- Televizyon sonrasında radyo (1945’den günümüze). Şimdi,
radyodan önce haberleşme alanında yapılan önemli icatları ve buluşları
inceleyelim.
1.1.
Radyoyu Hazırlayan İcatlar
19.
yüzyılda yapılmış pek çok icat ve buluşun radyo yayınlarına katkısı olmuştur. Bunlar
arasında elektrik, telgraf ve telefonun icadı ile radyo dalgalarının keşfini
sayabiliriz. Aynı yıllarda sanayi, ulaşım, tıp ve sosyal bilimler gibi hayatın
bütün alanlarında pek çok icatlar, buluşlar yapılmaktaydı.
Telgraf:
1800’lü yıllarda farklı ülkelerden bilim adamları
elektromanyetizma üzerine çalışmalar yürütüyorlardı. İngiliz bilim adamları
Cooke ve Wheatsone, 1937’de “metal devreler aracılığı ile gönderilen elektrik
akımlarının uzak mesafelerde sinyal ve ses anlamı vermesindeki gelişmeler”
adıyla ilk telgraf patentini aldılar. Aynı ülkeden Maxwell (1831– 1874)
elektromanyetizma alanındaki temel matematiksel denklemleri formülize etti.
ABD’li
Samuel Morse ise nokta ve çizgilerden oluşan ve kendi adıyla anılan Morse
alfabesini oluşturdu ve buna uygun cihazı hazırladı. Cooke ve Wheatstone ile
aynı yıl, 1937’de Mors Cihazı’nın patentini tescil ettirdi. Morse, 1844’te
Washington’dan Maryland’daki yardımcısına kelimeden oluşan ilk telgraf mesajını
göndererek telgrafın uzun mesafelerde kullanılabileceğini ispatladı. Mors alfabesinde
harfler, cihazın anahtarıyla uzun veya kısa tıklamalar yapılarak kodlanıyor,
kilometrelerce uzunlukta döşenmiş kablolarla alıcı merkeze ulaştırılıyor ve
buradaki operatörler sinyalleri dinleyerek yazıya aktarıyordu. Örneğin Mors
alfabesinde “A” harfi peş peşe bir kısa bir uzun vuruşla, “B” harfi ise bir
uzun üç kısa vuruşla kodlanmıştır. Her bir harf için birden çok tıklama
yapılmasının gerekmesi, telgrafla uzun metinlerin gönderilmesini engelledi.
Ancak telgraf ilk olmanın avantajı sayesinde hızla yaygınlaştı. Pek çok ülkede
şehirlerin arasına direkler üzerine telgraf telleri döşendi, hatta okyanusun
altına telgraf hattı çekilerek Avrupa Amerika’ya bağlandı.
Resim
1.2: Telgraf anahtarı
Son
yıllara kadar özellikle deniz haberleşmesinde acil durumlarda kullanılan “SOS” sinyali
ne “Save Our Souls” (ruhlarımızı kurtarın), ne de “Save Our Ship” (Gemimizi kurtarın)
anlamına gelir. “S.O.S.” harfleri Mors alfabesinde hızlı ve akılda kalıcı bir
şekilde yazılabildiği için (üç kısa, üç uzun, üç kısa vuruş) bu üç harf, imdat
çağrısı olarak kullanılmaktadır.
Telefon:
1937 yılında ABD’li araştırmacı C. G. Page, demirin mıknatıslanmasındaki hızlı değişimin
müzikal bir ses çıkmasına yol açtığını keşfetmişti. Bu deneye katılanlardan bazıları
bu buluşla “anlaşılır konuşmaları” göndermenin de mümkün olabileceğini iddia ettiler.
Bu iddiayı ispatlama başarısı, 1876 yılında “telefon” adını verdiği cihazının patentini
alan ABD’li Graham Bell’e nasip oldu. (Ancak Bell ile aynı gün, benzer bir cihazın
patentini almak için başvuruda bulunan Elisha Gray, sadece 2 saat farkla telefonun
mucidi olarak anılma şansını kaçırdı.) Önceleri resmî dairelere ve basın-yayın kuruluşlarına
telefon hattı çekilirken zamanla telefon, iş yerlerine ve evlere doğru uzandı. Telefon
haberleşmesi pek çok ülkede devlet tekeli tarafından yönetilirken ABD’de özel şirketlere
bırakıldı.
Resim
1.3: İlk dönemlerden bir telefon
Radyo
dalgaları: Telgraf ve telefon ancak kablolar vasıtasıyla veri aktarımı yapabiliyordu.
İngiliz fizikçi James Maxwell, seslerin havadan uzak mesafelere ışık hızına yakın
bir hızda (saniyede 300 bin km) yollanmasını sağlayacak “elektromanyetik
dalgalar”ın diğer adıyla “radyo dalgaları”nın varlığını keşfetmişti (1865).
Alman bilim adamı Hertz ise Maxwell’in bu tezini geliştirdi ve deneylerle
ispatladı. Hertz, elektromanyetik dalgalarının ölçü birimine de kendi adını
verdi. Bu dalgalar günümüzde
radyo-televizyon yayınlarının yanı sıra cep telefonundan uzaktan kumandalı
arabalara kadar hayatın pek çok alanında kullanılmaktadır.
Radyo,
televizyon, cep telefonu gibi cihazlar, farklı dalga boylarındaki sinyalleri toplayarak
bunları ses ve görüntüye çevirirler. Radyo dalgaları vasıtasıyla ses ve
görüntünün yanı sıra sayısal veriler (Internet verisi, dijital yayın vs.)
göndermek mümkündür. Radyo dalgaları ile ilgili daha detaylı bilgiyi “Radyo
Yayıncılığının Temelleri” modülden edinebilirsiniz.
1.2.
Radyonun İcadı
Varlıklı
bir İtalyan ailenin çocuğu olan Guglielmo Marconi, küçük yaşlarda radyo dalgaları
üzerine çalışmalara başladı. Bu dalgalarla odasından, alt kattaki zili çalmayı başardı.
Küçük Marconi’nin bir tepeye kurduğu antenle, tepede ateşlediği tüfeğin sesini uzaktaki evine ulaştırabildiğini gören
aile, buluşun önemini anladı. İtalyan yetkililerden ilgi göremeyince Marconi,
annesiyle birlikte radyosunu İngiltere’ye götürdü. Cihaz özellikle ordu
yetkililerinin ve denizcilerin büyük ilgisini çekti, başka ülkelerden bu icadı
görmeye gelenler oldu. Marconi 1899’da ABD’ye giderek henüz 25 yaşındayken
“Marconi Amerikan Telsiz Şirketi”ni kurdu.
Ticari
ve askeri gemiler için telsiz cihazları imalatına başladı. Marconi her ne kadar
“radyonun babası” olarak adlandırılsa da yaptığı cihaz, sesi düzenli dalgalar
biçiminde gönderemiyordu. Fransız Lee de Forest, 1907 yılında icad ettiği “Boşluk
tüpü” (vacuum tube) ile radyoların sesinin çok daha kaliteli ve kesintisiz yayınlanabilmesini
sağladı. Bu tarihten sonra pek çok ülkede deneme amaçlı radyo yayınları yapılmaya
başlandı.
Aslında
pek çok kişi bu alanda çalışmalar yürütmüştür ama radyonun icadında yukarıda
adı geçen dört kişiyi öncelikle saymak gerekir: Radyo dalgalarını keşfeden
İngiliz Maxwell, bunu deneylerle ispatlayan Alman Hertz, alıcı cihazları üreten
İtalyan Marconi ve sesin daha kaliteli/kesintisiz aktarımını sağlayan Fransız
Lee de Forest. Radyoya doğrudan veya dolaylı olarak emeği geçen onlarca bilim
adamı arasında Branly, Righi, Barden, Shocley, Fleming, Fessender, Popoff,
Edison ve Tesla’yı da saymak gerekir. Tüm bu keşif ve icatlardan sonra artık
halka açık radyo yayınları başlayabilirdi.
1.3.
İlk Yayınlar ve Radyonun Altın Çağı
1906’nın
Noel akşamı, bir Kanadalı olan Reginald Fessenden ilk defa uzun mesafeye konulu
radyo yayını gerçekleştirmeyi başardı. Bir konserden canlı yayın yaptığı ve kendisinin
de bir şarkı söylediği bu yayın, Karayip adalarından bile dinlenebilmişti. Okyanusta
yol alan gemilerdeki telsiz operatörleri, telsiz sinyallerini dinlerken duydukları
müzikle şaşkına dönmüşlerdi. Fessenden bilinmeyen dinleyicilerine bir şarkı da
söylemiş ve “Eğer beni duyan birileri varsa, lütfen Brant Rock’taki Bay Fessenden’e
mektup yazın” diye seslenmişti. Amatör radyocular Birinci Dünya Savaşı öncesi
gökyüzünü uçuşan seslerle doldurdu.
Konuşmalar
ve müzik gittikçe gökyüzünde birbirine karışmaya başladı; bunun üzerine ABD’de
1912’de çıkartılan bir kanunla ses yayını izne bağlandı. Birinci Dünya Savaşı
dünyanın üzerine bir kara bulut gibi çökerken amatörlerin eğlencesi olan radyo
da ordunun savaş araçlarından biri oldu ve propaganda yapmak ve moral vermek
gibi önemli görevler üstlendi. Savaş bittiğinde radyo sivil yaşamda hızlı bir biçimde
yayılıverdi ve yayınlar profesyonelleşti.
1920’de
ABD’de özel sektöre ait ilk radyo istasyonu, düzenli yayınlara başladı. Sadece
iki yıl içinde bu ülkede radyo istasyonu sayısı 200’ü aştı. Bu dönemde radyo yayınlarının
bir propaganda aracı olarak önemi ve gücü kavranmış, çeşitli sivil ve siyasi gruplar
tarafından radyolar insanları etkileme aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır.
1920– 1930 arasında Asya ve Afrika’daki birkaç küçük ülke dışında çoğu ülke
radyo yayınlarını başlattı. Düzenli radyo yayınları İngiltere, Fransa ve
Sovyetler Birliği’nde 1922, Almanya’da 1923, Türkiye’de ise 1927’de başladı.
Bu
yeni buluş ile kişinin haber alma, eğlenme, hatta eğitim ve kültür faaliyeti
için evinden çıkması, bu hizmetlerin bulunduğu yere gitmesi mecburiyeti ortadan
kalkıyordu. Ancak radyonun kitlesel haberleşme aracı olarak yayına başladığı
ilk yıllar, günümüzdeki gelişmiş durumdan çok uzaktı. Radyo yayınlarında yer
alan her şey tür ve biçim olarak ilk kez uygulanmaktaydı. Bu sebeple ilk
yayınlar daha çok haber ve müzikten oluşuyordu. Radyo yayınlarının en hızlı geliştiği
ülke ABD’ydi. 1927 yılına gelindiğinde bu ülkede 700 radyo istasyonu ve 7
milyon radyo alıcısı buluyordu. 1930’ların sonuna gelindiğindeyse iki büyük
şirket radyo piyasasına hâkim oldu: NBC ve CBS. Hükümetin çıkarttığı anti-tekel
kanunuyla NBC ikiye bölündü ve ABC doğdu.
1938’de
ünlü yönetmen Orson Welles radyoda H. G. Wells’in “Dünyalar Savaşı” adlı
romanından Marslıların dünyayı işgale başladığıyla ilgili bir bölümü, haber
tarzında okudu. İnsanların radyoya güveni o derece fazlaydı ki tam bir panik
havası yaşandı, intihar edenler bile oldu.
Radyoculuk
tüm dünyada 1927–1945 yılları arasında altın çağını yaşadı. Bu olgunluk döneminde
yayınlar hem teknik hem de içerik olarak hızla gelişti. Dalga boylarının
tahsisi için uluslararası birçok toplantı yapılarak uzun mesafeli frekanslar
ülkeler arasında bu yıllarda paylaşıldı.
1935
yılında FM bandının bulunması ve kullanılmaya başlanması parazitsiz ve daha kaliteli
ses yayını yapma imkânı verdi. 1948’de radyolarda tüplerin yerini alacak transistörlerin
üretilmesi, çok daha küçük boyutlu ve daha az enerji harcayan radyoların üretilmesini
sağladı.
1.4.
Televizyon Sonrasında Radyo
İkinci
Dünya Savaşı’nın bitimiyle dünyada televizyon yayınları konusundaki çalışmalar
hızlandı ve ilk yayınlar başladı. Sesin yanı sıra görüntü de sunan televizyon, radyonun
altın çağını bir daha geri dönmemek üzere bitirmiş oldu. Evlerdeki radyo
alıcıları yerlerini TV cihazlarına bıraktı. Bu dönemde radyolar içeriğini
çeşitlendirerek ve TV’de olmayan avantajlarını kullanarak ayakta kalmaya
çalıştılar.
Televizyon,
radyo ve sinemanın toplamıdır ancak ikisini ortaya çıkartan ihtiyaçların tümüne
birden karşılık veremediği için radyo da sinema da günümüzde hâlâ vardır.
1.5.
Günümüz Dünyasında Radyo Yayınları
1960’larda
radyoculuk yeni bir toparlanma içine girmiştir. Evde, iş yerinde, arabada, hatta
küçük alıcılar sayesinde yolda yürürken bile dinlenebilen radyo, geniş bir
kesime ulaşmayı bugün de sürdürmektedir. Ayrıca radyo görüntü sunmadığı için
hayal gücüne seslenmeyi de başarabilmektedir. Günümüzde gelişmiş bazı
ülkelerdeki radyoculuğun durumu kısaca şöyledir:
ABD: Ulusal ve yerel, değişik amaçlara dönük binlerce özel radyo
yayın yapmaktadır. ABD’de kamu yayıncılığı yapan radyolar da vardır. Bunların
en büyüğü dünyada 53 dilde yayın yapan Voice of America (Amerika’nın Sesi
Radyosu)’dır. Sovyet Bloğunun yıkılmasında büyük önemi olan VOA, günümüzde
Afganistan, İran ve Irak üzerinde yoğunlaşmıştır. Propaganda ağırlıklı
yayınları olan VOA, Türkiye’ye yönelik yayın da yapmaktadır.
Ayrıca
haber, eğlence ve kültür alanında ürettiği programları özel radyolara satan NPR
(National Public Radio) adlı bir kamusal yapımcı kuruluş da vardır. NPR bizzat
radyo yayını yapmaz, gelirini devlet bütçesinden, bağışlardan ve paket program
satışlarından elde eder.
İngiltere:
Bu ülkede kamu yayıncılığı daha ön plandadır. İngiltere’de radyo
denince akla ilk gelecek isim BBC’dir (British Broadcasting Corporation).
İngiltere’de 1927’den 1972’ye kadar radyo yayınları BBC’nin tekelinde
kalmıştır. BBC yayıncılık bakımından özerktir, hükümetin değil, İngiliz
devletinin, kraliçenin ve halkın menfaati için yayın yapar.
BBC
gelirini reklâmdan çok radyo ve TV alıcılarından alınan vergiyle elde eder.
BBC, 30’dan fazla dilde yayın yapan, kapsama alanı bakımından en büyük radyo-TV
örgütlenmesidir.
Fransa: Radyo yayıncılığı İngiltere’ye göre daha çok özel sektörün
elindedir. Bugün sayıları 2 bine yaklaşan radyolar arasında Arap, Yahudi, Kuzey
Afrikalı, Ermeni, Türk gibi azınlıklara ait olanlar da vardır. Devlete ait olan
RF 1 (Radio France 1) Fransızca konuşan ülkelere; RF 2 ise Portekizce,
İspanyolca, İspanyolca ve Afrika dillerini konuşan ülkelere yayın yapar.
İtalya:
Kamu yayıncılığı yapan RAI (Radiotelevizione İtaliana) dışında
binden fazla özel radyo bulunmaktadır.
Almanya: Ulusal radyo yayıncılığı devlet tekelindedir. (DW: Deustche
Welle) Ancak kişilere ait bölgesel ve yerel radyolar da bulunmaktadır.
Japonya:
Kamusal yayıncılığı hiç reklâm almayan NHK yapar. İlkeleri
inandırıcılık, süreklilik ve zenginlik olarak sıralanan NHK, tüm dünyada 22
dilde 24 saat yayın yapar. Önemli diğer Japon radyoları Radio Nippon ve Radio
Japan’dir.
0 yorum: