15 Mart 2016 Salı

Osmanlı'da Basın

by karamanni  |  in iletişim tarihi at  12:06:00

 
Giriş
İletişim, insanlığın doğasında olan ve çevresiyle duygularını paylaşmasındaki en önemli araçtır. İnsan her zaman etrafında olan biteni merak etmiş, öğrenmek için çabalamış ve öğrendiğini paylaşmak gereği duymuştur. En ilkel toplumlardan XXI. Yüzyıl modern toplumlarına kadar iletişim çeşitleri ve araçları çeşitli yöntem ve tekniklerle farklılıklar göstermiştir. Ancak bu yöntem ve teknikler sürekli kendini geliştirerek gerek sosyal ilişkilere gerekse bilim dallarına hizmet etmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda klasik dönem devlet anlayışı ilme ve bilgiye verilen değerle anlamlı hale gelmiştir. Batıdaki modernleşme hareketlerine kayıtsız kalmayan Osmanlı, gelişmeleri olduğu gibi tatbik etmese de yakından takip etmiştir. Batıdaki önemli bir gelişme olarak kabul edilen matbaanın kullanılması, Osmanlı topraklarında Yahudilerin öncülüğüyle hayat bulmuştur. Matbaanın Osmanlıya etkin bir şekilde gelişi Batıda kullanılma süreci ile kıyaslandığında zaman alsa da bu durumun Osmanlı İmparatorluğu’nun kayıtsız kalması olarak değerlendirilmesi yerine ihtiyacın hâsıl olması ile doğru orantılı olduğu kanaatindeyiz.
 
1-İnsanlık ve Basın
Aklın ve mantığın olduğu her yerde bilim, bilimin olduğu her yerde de iletişim vardır. İletişim, alanları ayrıda olsa her pozitif bilim dalını ilgilendirmiştir. Sosyal gelişim süreci içerisinde farklı görüş ve düşünce akımları, toplumları etkileyerek ortaya çıkan fikirlerin en hızlı şekilde nasıl yayılır sorusunun cevabını da arar olmuştur. Hiçbir zaman durağanlık göstermeyen insan ırkı zaman içerisinde yaşamını kolaylaştıracak buluşlarla sürekli bir gelişme içerisindedir. Yazının icadı ve yaygın olarak kullanılmaya başlaması çok önemli bir gelişme olmaktan öte insanlığın var oluş gayesini öğrenme noktasında başta ilahi emirlerin insanlığa ulaştırılmasında olmak üzere pek çok alanda en önemli yöntem olarak birinci sırayı almıştır. Yazının icadı tarihin de başlangıcı sayıldığından, aynı zamanda dönemlerin ve olayların sonraki çağlara aktarılmasını mümkün kılmıştır. Kâğıdın farklı yöntemlerle kullanılmaya başlaması ve yazıyla buluşması çağlar boyunca bilimin ve insanlığın işini kolaylaştırmıştır.
Irkları ve milletleri ne olursa olsun diyalog içinde olan toplumlar mutlaka birbirlerine tesir etmişlerdir. En katı milletler bile iyi ilişkiler kurup ticaret yaptıkları kültürlerin yanında, savaş halinde olup çatıştıkları topluluklardan dahi etkilenmiş, başta bilgi alışverişi olmak üzere kültürlerini, medeniyetlerini benimseyerek, bu etkileşim yaşam biçimlerinden, mimarilerine kadar kendini hissettirmiştir. Her yüzyıl kendi içerisinde ayrı bir öneme sahiptir. Eski çağlarda, ilk gazetelerin ataları sayılan elle yazılan fırınlanmış tabletlere, toplumu ilgilendiren olayların yazılarak halka duyurma adına şehrin çeşitli yerlerine asıldığı bilgisine ulaşmaktayız. Bundan 3400 yıl önce Nil boylarında bulunan bir tablet dünyanın ilk gazetesi adını almıştır. İlk tuğla gazeteden kırk sayı bulunmuştur. Bunlarda birçok havadis yazılıdır. Bir tanesinde “Mısır Kraliçesi Tija İçin yapılmış olan havuz bitmiştir”, “Kral Aslan avında muvaffakiyetler kazandı” gibi havadisler verilmiştir1. Babilonyalılar’da kamu ile ilgili olayları günü gününe yazan vakanüvisler ve bunları şehrin muhtelif köşelerine asan görevlilere rastlamaktayız. Eski Roma’da bir yıllık olaylar rahipler tarafından beyaz levhalar üzerine yazılır, sonra bu yıllıklar başrahip tarafından tapınağın duvarlarına asılarak halka duyurulurdu2. İsa’dan 1750 yıl önce Tomates III. döneminde bir gazetenin olduğu, Firavun Amorsis’in, eleştiri ve hicivlerden tedirginlik duyduğu, bunları önleyemediği içinde kahrından öldüğü mısırlı tarihçiler tarafından dile getirmiştir. Mazediler, Çin’in Pekin şehrinde miladın 911. yılında King-Pau adlı gazetenin var olduğunu, Çinlilerin mısırlılar gibi papirüs değil, bir çeşit kâğıt kullandıklarını yazmaktadır3. Mısır’da mizah gazeteleri de çıkmıştır4. XV. Yüzyıla gelindiğinde matbaanın icat edilmesi dünya iletişim tarihi için ciddi bir sıçrama
Nitekim XVI. Yüzyıl başlarında Strasbourg’da bugünkü modern anlayıştaki bilinen ilk gazete “Avisa, Relation oder Zeitung” Almanca olarak yayınlanmıştır
. Eski çağlardan XVIII. Yüzyıl’a kadar geçen dönem haberleşme ve basın için bir oluşum devresi sayılabilir. İhtilal’ın ardından 1850’ye kadar basın üzerinde ciddi bir baskı gözlemlenir. Bu baskıyı aşmasının ardından I. Dünya Savaşı’na kadar olan dönem basının evrimi açısından kendini geliştirdiği sansür ve siyasi baskılara karşı direndiği gelişim dönemi olarak adlandırılabilinir
. Fransız İhtilalinin akabinde basılan gerek kitap gerekse gazete sayı bakımından gözle görülür oranda artmıştır.
. İlk Türk Matbaası İbrahim Mütefferika’nın teşebbüsü ile 1726 yılında hayata geçti
. İlk Osmanlı matbaasının kuruluş tarihçesi İsveç Büyükelçisi Edvard Carleson (1704-1767)’un 20 Temmuz 1735 tarihli raporunda en bariz şekilde özetlenmiştir. Carlson belirttiği şekliyle risale 1726 yılında ortaya çıkar ve Sultan III. Ahmet döneminde Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya sunulur
. Matbaanın Avrupa’da etkin olarak kullanıldığı andan
İbrahim Müteferrika’nın matbaa açılışı için 1726 yılında verdiği dilekçeye kadar geçen takribi 300 yıllık süre Avrupa ile aradaki basım kültürü açısından mesafeyi anlamaya yeterlidir. Osmanlı’ya gelişi temel alındığında matbaanın Avrupa’da çok kısa bir zaman diliminde yaklaşık 50 yıllık bir süre içerisinde bilinen merkezlerde kullanılmaya başladığını bunun ispatıdır. 1721’de Fransa’ya elçi olarak gönderilen Çelebi Mehmet Efendi’nin de Fransa’da gördüğü yenilikleri hayranlıkla anlattığı sefaretnamesinde basımcılıktan söz etmemekle birlikte matbaacılıkla ilgilendiğini, Fransa’da görüştüğü Duc de Saint Simon’a İstanbul’da matbaa açılacağını söylediği bilinmektedir
. Bazı Avrupalı tarihçilerin İslam dünyasının Rönesans’ının başlangıcı diye niteledikleri Müteferrika’nın girişimi ilk ürününü 1729’da verdi. Patrona Halil İsyanı ile durgunluk dönemine giren bu dönemde sadrazamı katlettiren
, padişahı tahttan indiren ayaklanma da matbaaya dokunulmaması matbaanın din konusu olarak algılanmadığını göstermekteydi
. XVII. Yüzyılda İngiltere’den gönderilen bir gemi dolusu Kuran-ı Kerim baskısı Marmara Denizine döktürüldü. İbrahim Müteferrika’nın da basım için seçtiği eserler dinle ilişkili olmadığından, devrin din adamlarına halkı kışkırtma olanağını vermemiştir. O güne kadar basılmasından ve çoğaltılmasında korkulan eserleri itina ile basmış, aynı zamanda kitap kopya ederek çoğaltanların öfkesini de uyandırmamayı da başarmıştır
. Matbaanın Osmanlı Devleti’ne girişi ile ilk gazetenin basım süreci arasında yaklaşık bir asırlık fark bulunması habercilik ve yayın kültürünün de gelişimini geciktirmiştir.  
. Bu yaklaşımı kendi hâkimiyetinde bulunan merkez sayılacak yerler için söylemek de mümkündür. Osmanlı ekonomisinin bozulması, siyasi yapısının bozulmasıyla doğru orantılıdır. Bu eş zamanlı çözünürlülük beraberinde yanı başlarında hızla güçlenen ekonomilerin tahakkümü altına girmeyi kaçınılmaz hale getirmiştir. Batılı devletlerin ekonomik güçleriyle birlikte kültürleri de, ahlaka ve sosyal değerlere pek uymasa da ülke içerisinde varlık göstermiştir. Meselelerin çözümünde silahlar yetersiz kaldıkça, diplomasi oyunlarından destek arama gerekliliği Osmanlı sarayı ile Avrupa arasında gitgide sıklaşan ilişkiler doğurur
. Bu tarihlerden itibaren Osmanlı Devleti içerisinde alışılagelenden farklı bir dönüşüm dönemi başladı diyebiliriz. Avrupa’da ki gelişmeler yapılacak ıslahatların artık sadece askeri anlamda yapılmasının yeterli olmadığı, sosyal ve bürokratik sürecin de ne kadar önemli olduğu gerçeğiyle Osmanlı yönetimini karşı karşıya getirmişti. XIX Yüzyıl, diplomasinin en az savaş meydanlarında alınacak zaferler kadar önemli bir unsur olduğunun anlaşıldığı yıllardır. Bu yıllar ikili ilişkilerde masa başında yapılacak manevralarla birlikte muhatap devletlerin içişlerine karışma hakkını askeri müdahale sürecine girmeden kâğıt üzerinde elde edildiği bir dönemdir. Tanzimat’ın ilan edilmesi için oluşan ortam incelendiğinde, öncelikle dünya üzerindeki değişimin batılı devletlerin elini güçlendirdiği gerçeğini karşımıza çıkarmıştır. 24 Mart 1821’de Charles Tricon’un kurduğu Le Spectatuer Oriental (Doğulu Seyirci) Avrupalı gazeteler ayarında olduğu için oldukça ilgi çekti. Tamamen ticaret ve kültür içerikli bir gazete hedeflense de Yunan ayaklanmasının ardından siyasal bir niteliğe büründü. Aynı dönemde İzmir’de ayaklanma ve Rum korsanlar yüzünden ticari faaliyetler tamamen durmuştu. Gazete Fransız Devrimi’nden aldığı destekle Yunanlıları destekleyince İzmirli tüccarların ve Bab-ı Âli’nin tepkisini çekti. Önce politikasını sonra da sahibini değiştirmek zorunda kalan gazeteye ilk başta yazar olan Fransız avukat Alexandre Blacgue sahip oldu. Blacgue daha sonra Le Courrier de Smyrn’i (İzmir Habercisi) yayımladı. Yoğun bir Osmanlı yanlısı kampanya yürüten gazete, Yunan, Rus, İngiliz ve Fransız politikalarını sert bir şekilde eleştirdi. Nihayetinde Batı Osmanlı’ya gazetenin kapatılması için baskı yapacak, Osmanlı Devleti de basın hukuku kavramından henüz yoksun olduğundan Avrupa’nın kendi sorunu sayarak çözümü Fransız elçiliğine bırakacaktır. Ancak kendisini batıya karşı fazlasıyla savunan bu gazete ve Mösyö Blacgue bazı durumlarda Avrupalı basından faydalanma yolunu da Osmanlıya açmış oluyordu
. Batılı fikirlerin bu şekilde süratle yayılmasının sonucunda Türk aydınları hareketlenmeye başladılar. Türk Edebiyatı Fransız Edebiyatı’nın cansız bir taklidi haline dönüştü. Yönlerini Batıya çevirmiş olan Türk sanatkârları hayallerini zenginleştiren yeni bir düşünceye medeniyetle tanışmaya başladılar. Milli kültürlerinde değişimi kolaylaştıracak unsurlar olmadığından medeniyetin çok az kısmını anlayabildiler
. Batı’nın Osmanlı’ya nefreti XVI. Yüzyıl’da Martin Luther’in kaleminden çıkanlarla az çok kendini hissettirmişti. Martin Luther, 1524 tarihli “Türklere Karşı Ordu Vaizleri”, 1529’da yazdığı “Türkler Karşı Savaş Üzerine” ve 1541 tarihli “Türklere Karşı Dua Uyarısı” adlı yazılarında Türkleri o çağda yaşayanların bozulması üzerine Tanrı tarafından gönderilmiş “Allah’ın Gazabı Millet” olarak görür ve gösterir.
verilebilecek en güzel cevap Cemil Meriç’ten gelmiştir. Cemil Meriç, Bu Ülke adlı kitabında Montesgue’nun iddialarına cevap vererek batının ve Montesgue’nun asıl kim olduğuna ve batı zulmüne dikkat çeker37. Dönemin önemli isimlerinden Ahmet Cevdet Paşa Bükreş ziyareti sonrası Avrupa’ya dair tahlillerini yazdığı Tezakir’de: “Azıcık Bükreş ahvalinden bahsedeyim. Orada hamiyet ve ırz-ı namus sözlerini kimesne âbâ ve ecdâdından işitmemiş. Karı koca birbirini kıskanmak adet olmamış. Herkes beğendiğiyle, muâşeret ve mâni’ü müzahim yok. Bir karı sevgilisi ile görüşür iken kocası odaya girmiyor..” Bükreş ziyaretinde tesadüfen karşılaştığı Fransız ile yaptığı sohbette: “Fransa’da dahi mu’aşeret-i nisâ bu mertebe serbestmidir?..Ne münasebet. Bizde de vâkıâ karılar serbesttir. Ammâ bir takım rüsum-ı ırz-u edeb perdesi arkasında mestûredirler. Burada vaktiyle perde yırtılmış. Her şey meydana çıkmış”38.
Osmanlı sosyal değişiminin en önemli göstergesi şehirleşmeydi. İzmir, Selanik ve diğer bazı şehirlerdeki istatistik bilgileri genel eğilimin bir göstergesi olarak alınacak olursa, batıdaki şehir nüfusu muhtemelen üç katı artmıştı. Şehir bölgelerine göçün en önemli sebeplerinden biri, bir yandan kaybedilen topraklardaki insanların göç etmesi, diğer taraftan tarımda giderek kötüleşen koşullara katlanamayan köylülerin şehirleri tercih etmeleriydi39.
Osmanlı sınırları dâhilinde basın faaliyetlerinin ilk başlarda resmi olarak harekete geçmesi toplum dinamiklerinin de basına resmi pencereden bakmasını sağlamıştır. Çıkan yayınlar ilk başlarda devletin yayın organı olma niteliği taşımışlardır. Genel olarak bilinen, ilk Türkçe gazetenin 1831 tarihinde yayınlanan Takvim-i Vakayi olduğu idi. Oysaki 1828 yılında Mısır’da yayınlanan Vakay-ı Mısriye Osmanlı sınırlarında yayınlanan ve yarısı Türkçe, yarısı Arapça olan bir gazete olma özelliği taşımaktaydı. Tarımsal ve Endüstriyel alanda dönemin gelişmelerinin izlendiği bir haftalık gazete olma özelliği taşımaktaydı. Hemen akabinde iki yıl sonra Girit’te yayınlanan Vakayi-i Giridiye’yi görmekteyiz40. Basın sadece gazete çıkarmak değildir. 1831’de Takvim-i Vakayi’nin çıkmasıyla basının başladığı söylenemez. Çünkü bu gazete bir havadis kâğıdı, Padişahın reformlarını tanıtmaya çalışan resmi bir yayındı41.
Aydınların ve ideolojinin ön plana çıkması arasındaki etkileşim ve bunların her ikisinin de politik sosyalleşme ve kitlelerin endoktrinasyonu42 vasıtaları olarak iletişime sıkı sıkıya bağlılığı, 1860’tan sonra Osmanlı modernleşmesinin yeni
. 1840’da ilk özel gazete olan Ceride-i Havadis ise bir Türk gazetecisi tarafından değil, diplomatik bir olay dolayısıyla İngiliz ticaret ve gazete muhabirliği yapan bir İngiliz tarafından başlatılmış; muhtemel olarak yazarları Ermeniler olmuştur. Bu gazete ve matbaasında basılan bir iki kitap, kitapta ekonomi politikasında liberalizm doktrini savunulması ve yayılması bakımından onunla bir basın düşünü de başlatılmıştır. İstanbul’da Fransızca ve İngilizce olarak çok sayıda gazeteler de çıkmaktaydı
. Hürriyet, müsavat ve özgürlük kavramları yayınlanan her yazının içinde zikrolunur hale gelmiştir.
Batının laik, pozitif ve rasyonel düşünceleriyle tanışmasına yol açmıştır. Bu düşüncelerle yoğrulan kesim ise bir müddet sonra kendi rejimi ile kavgaya başlayacaktır. Bu kesim, Fransız İhtilali’nin etkisi ile de kendi topraklarında benzer bir ihtilale kalkışacak, sonrasında da sultanı yerinden edecek derecede organizasyon arayışlarına gerecektir. Batılı yeni fikirlerin yanında bu dönemde ortaya muhafazakâr anlayış adına ciddi bir yenilik, görüş veya yayın konulamayışı batılı akımların rahatça taraftar toplamasını etkili hale getiriyordu. Yetişen kuşaklar içinde eğitim alma fırsatı bulan kesimin neredeyse tamamı Batılı tarza yönelmekteydi. Dönemin koşullarında sağlam bir Türk - İslam ideolojisi ya da saray dışında güçlü bir muhafazakâr fikri cereyanın olmayışı Batılılaşmaya olan yaklaşımın heves ve ilgi şeklinde açığa çıkmasına yol açacaktır.
 
 
 
 

Mehmet Ali KARAMAN

0 yorum:

Proudly Powered by Blogger.