Giriş
İletişim,
insanlığın doğasında olan ve çevresiyle duygularını paylaşmasındaki en önemli
araçtır. İnsan her zaman etrafında olan biteni merak etmiş, öğrenmek için
çabalamış ve öğrendiğini paylaşmak gereği duymuştur. En ilkel toplumlardan XXI.
Yüzyıl modern toplumlarına kadar iletişim çeşitleri ve araçları çeşitli yöntem
ve tekniklerle farklılıklar göstermiştir. Ancak bu yöntem ve teknikler sürekli
kendini geliştirerek gerek sosyal ilişkilere gerekse bilim dallarına hizmet
etmişlerdir.
Osmanlı
İmparatorluğu’nda klasik dönem devlet anlayışı ilme ve bilgiye verilen değerle
anlamlı hale gelmiştir. Batıdaki modernleşme hareketlerine kayıtsız kalmayan
Osmanlı, gelişmeleri olduğu gibi tatbik etmese de yakından takip etmiştir.
Batıdaki önemli bir gelişme olarak kabul edilen matbaanın kullanılması, Osmanlı
topraklarında Yahudilerin öncülüğüyle hayat bulmuştur. Matbaanın Osmanlıya
etkin bir şekilde gelişi Batıda kullanılma süreci ile kıyaslandığında zaman
alsa da bu durumun Osmanlı İmparatorluğu’nun kayıtsız kalması olarak
değerlendirilmesi yerine ihtiyacın hâsıl olması ile doğru orantılı olduğu
kanaatindeyiz.
1-İnsanlık
ve Basın
Aklın
ve mantığın olduğu her yerde bilim, bilimin olduğu her yerde de iletişim
vardır. İletişim, alanları ayrıda olsa her pozitif bilim dalını
ilgilendirmiştir. Sosyal gelişim süreci içerisinde farklı görüş ve düşünce
akımları, toplumları etkileyerek ortaya çıkan fikirlerin en hızlı şekilde nasıl
yayılır sorusunun cevabını da arar olmuştur. Hiçbir zaman durağanlık
göstermeyen insan ırkı zaman içerisinde yaşamını kolaylaştıracak buluşlarla
sürekli bir gelişme içerisindedir. Yazının icadı ve yaygın olarak kullanılmaya
başlaması çok önemli bir gelişme olmaktan öte insanlığın var oluş gayesini
öğrenme noktasında başta ilahi emirlerin insanlığa ulaştırılmasında olmak üzere
pek çok alanda en önemli yöntem olarak birinci sırayı almıştır. Yazının icadı
tarihin de başlangıcı sayıldığından, aynı zamanda dönemlerin ve olayların
sonraki çağlara aktarılmasını mümkün kılmıştır. Kâğıdın farklı yöntemlerle kullanılmaya
başlaması ve yazıyla buluşması çağlar boyunca bilimin ve insanlığın işini
kolaylaştırmıştır.
Irkları
ve milletleri ne olursa olsun diyalog içinde olan toplumlar mutlaka
birbirlerine tesir etmişlerdir. En katı milletler bile iyi ilişkiler kurup ticaret
yaptıkları kültürlerin yanında, savaş halinde olup çatıştıkları topluluklardan
dahi etkilenmiş, başta bilgi alışverişi olmak üzere kültürlerini,
medeniyetlerini benimseyerek, bu etkileşim yaşam biçimlerinden, mimarilerine
kadar kendini hissettirmiştir. Her yüzyıl kendi içerisinde ayrı bir öneme
sahiptir. Eski çağlarda, ilk gazetelerin ataları sayılan elle yazılan
fırınlanmış tabletlere, toplumu ilgilendiren olayların yazılarak halka duyurma
adına şehrin çeşitli yerlerine asıldığı bilgisine ulaşmaktayız. Bundan 3400 yıl
önce Nil boylarında bulunan bir tablet dünyanın ilk gazetesi adını almıştır.
İlk tuğla gazeteden kırk sayı bulunmuştur. Bunlarda birçok havadis yazılıdır.
Bir tanesinde “Mısır Kraliçesi Tija İçin yapılmış olan havuz bitmiştir”,
“Kral Aslan avında muvaffakiyetler kazandı” gibi havadisler verilmiştir1.
Babilonyalılar’da kamu ile ilgili olayları günü gününe yazan vakanüvisler ve
bunları şehrin muhtelif köşelerine asan görevlilere rastlamaktayız. Eski
Roma’da bir yıllık olaylar rahipler tarafından beyaz levhalar üzerine yazılır,
sonra bu yıllıklar başrahip tarafından tapınağın duvarlarına asılarak halka
duyurulurdu2.
İsa’dan 1750 yıl önce Tomates III. döneminde bir gazetenin olduğu, Firavun
Amorsis’in, eleştiri ve hicivlerden tedirginlik duyduğu, bunları önleyemediği
içinde kahrından öldüğü mısırlı tarihçiler tarafından dile getirmiştir.
Mazediler, Çin’in Pekin şehrinde miladın 911. yılında King-Pau adlı
gazetenin var olduğunu, Çinlilerin mısırlılar gibi papirüs değil, bir çeşit
kâğıt kullandıklarını yazmaktadır3. Mısır’da mizah gazeteleri de
çıkmıştır4.
XV. Yüzyıla gelindiğinde matbaanın icat edilmesi dünya iletişim tarihi için
ciddi bir sıçrama
Nitekim XVI.
Yüzyıl başlarında Strasbourg’da bugünkü modern anlayıştaki bilinen ilk gazete “Avisa,
Relation oder Zeitung” Almanca olarak yayınlanmıştır
. Eski çağlardan
XVIII. Yüzyıl’a kadar geçen dönem haberleşme ve basın için bir oluşum devresi
sayılabilir. İhtilal’ın ardından 1850’ye kadar basın üzerinde ciddi bir baskı
gözlemlenir. Bu baskıyı aşmasının ardından I. Dünya Savaşı’na kadar olan dönem
basının evrimi açısından kendini geliştirdiği sansür ve siyasi baskılara karşı
direndiği gelişim dönemi olarak adlandırılabilinir
. Fransız
İhtilalinin akabinde basılan gerek kitap gerekse gazete sayı bakımından gözle
görülür oranda artmıştır.
. İlk Türk
Matbaası İbrahim Mütefferika’nın teşebbüsü ile 1726 yılında hayata geçti
. İlk Osmanlı
matbaasının kuruluş tarihçesi İsveç Büyükelçisi Edvard Carleson (1704-1767)’un
20 Temmuz 1735 tarihli raporunda en bariz şekilde özetlenmiştir. Carlson
belirttiği şekliyle risale 1726 yılında ortaya çıkar ve Sultan III. Ahmet
döneminde Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya sunulur
. Matbaanın
Avrupa’da etkin olarak kullanıldığı andan
İbrahim
Müteferrika’nın matbaa açılışı için 1726 yılında verdiği dilekçeye kadar geçen
takribi 300 yıllık süre Avrupa ile aradaki basım kültürü açısından mesafeyi
anlamaya yeterlidir. Osmanlı’ya gelişi temel alındığında matbaanın Avrupa’da
çok kısa bir zaman diliminde yaklaşık 50 yıllık bir süre içerisinde bilinen
merkezlerde kullanılmaya başladığını bunun ispatıdır. 1721’de Fransa’ya elçi
olarak gönderilen Çelebi Mehmet Efendi’nin de Fransa’da gördüğü yenilikleri
hayranlıkla anlattığı sefaretnamesinde basımcılıktan söz etmemekle birlikte matbaacılıkla
ilgilendiğini, Fransa’da görüştüğü Duc de Saint Simon’a İstanbul’da matbaa
açılacağını söylediği bilinmektedir
. Bazı Avrupalı
tarihçilerin İslam dünyasının Rönesans’ının başlangıcı diye niteledikleri
Müteferrika’nın girişimi ilk ürününü 1729’da verdi. Patrona Halil İsyanı ile
durgunluk dönemine giren bu dönemde sadrazamı katlettiren
, padişahı
tahttan indiren ayaklanma da matbaaya dokunulmaması matbaanın din konusu olarak
algılanmadığını göstermekteydi
. XVII. Yüzyılda
İngiltere’den gönderilen bir gemi dolusu Kuran-ı Kerim baskısı Marmara Denizine
döktürüldü. İbrahim Müteferrika’nın da basım için seçtiği eserler dinle
ilişkili olmadığından, devrin din adamlarına halkı kışkırtma olanağını
vermemiştir. O güne kadar basılmasından ve çoğaltılmasında korkulan eserleri
itina ile basmış, aynı zamanda kitap kopya ederek çoğaltanların öfkesini de
uyandırmamayı da başarmıştır
. Matbaanın
Osmanlı Devleti’ne girişi ile ilk gazetenin basım süreci arasında yaklaşık bir
asırlık fark bulunması habercilik ve yayın kültürünün de gelişimini
geciktirmiştir.
. Bu yaklaşımı
kendi hâkimiyetinde bulunan merkez sayılacak yerler için söylemek de mümkündür.
Osmanlı ekonomisinin bozulması, siyasi yapısının bozulmasıyla doğru
orantılıdır. Bu eş zamanlı çözünürlülük beraberinde yanı başlarında hızla
güçlenen ekonomilerin tahakkümü altına girmeyi kaçınılmaz hale getirmiştir.
Batılı devletlerin ekonomik güçleriyle birlikte kültürleri de, ahlaka ve sosyal
değerlere pek uymasa da ülke içerisinde varlık göstermiştir. Meselelerin çözümünde
silahlar yetersiz kaldıkça, diplomasi oyunlarından destek arama gerekliliği
Osmanlı sarayı ile Avrupa arasında gitgide sıklaşan ilişkiler doğurur
. Bu tarihlerden
itibaren Osmanlı Devleti içerisinde alışılagelenden farklı bir dönüşüm dönemi
başladı diyebiliriz. Avrupa’da ki gelişmeler yapılacak ıslahatların artık
sadece askeri anlamda yapılmasının yeterli olmadığı, sosyal ve bürokratik
sürecin de ne kadar önemli olduğu gerçeğiyle Osmanlı yönetimini karşı karşıya
getirmişti. XIX Yüzyıl, diplomasinin en az savaş meydanlarında alınacak
zaferler kadar önemli bir unsur olduğunun anlaşıldığı yıllardır. Bu yıllar
ikili ilişkilerde masa başında yapılacak manevralarla birlikte muhatap
devletlerin içişlerine karışma hakkını askeri müdahale sürecine girmeden kâğıt
üzerinde elde edildiği bir dönemdir. Tanzimat’ın ilan edilmesi için oluşan
ortam incelendiğinde, öncelikle dünya üzerindeki değişimin batılı devletlerin
elini güçlendirdiği gerçeğini karşımıza çıkarmıştır. 24 Mart 1821’de Charles
Tricon’un kurduğu Le Spectatuer Oriental (Doğulu Seyirci) Avrupalı
gazeteler ayarında olduğu için oldukça ilgi çekti. Tamamen ticaret ve kültür
içerikli bir gazete hedeflense de Yunan ayaklanmasının ardından siyasal bir
niteliğe büründü. Aynı dönemde İzmir’de ayaklanma ve Rum korsanlar yüzünden
ticari faaliyetler tamamen durmuştu. Gazete Fransız Devrimi’nden aldığı
destekle Yunanlıları destekleyince İzmirli tüccarların ve Bab-ı Âli’nin
tepkisini çekti. Önce politikasını sonra da sahibini değiştirmek zorunda kalan
gazeteye ilk başta yazar olan Fransız avukat Alexandre Blacgue sahip oldu.
Blacgue daha sonra Le Courrier de Smyrn’i (İzmir Habercisi) yayımladı.
Yoğun bir Osmanlı yanlısı kampanya yürüten gazete, Yunan, Rus, İngiliz ve
Fransız politikalarını sert bir şekilde eleştirdi. Nihayetinde Batı
Osmanlı’ya gazetenin kapatılması için baskı yapacak, Osmanlı Devleti de basın
hukuku kavramından henüz yoksun olduğundan Avrupa’nın kendi sorunu sayarak
çözümü Fransız elçiliğine bırakacaktır. Ancak kendisini batıya karşı fazlasıyla
savunan bu gazete ve Mösyö Blacgue bazı durumlarda Avrupalı basından faydalanma
yolunu da Osmanlıya açmış oluyordu
. Batılı
fikirlerin bu şekilde süratle yayılmasının sonucunda Türk aydınları
hareketlenmeye başladılar. Türk Edebiyatı Fransız Edebiyatı’nın cansız bir
taklidi haline dönüştü. Yönlerini Batıya çevirmiş olan Türk sanatkârları
hayallerini zenginleştiren yeni bir düşünceye medeniyetle tanışmaya başladılar.
Milli kültürlerinde değişimi kolaylaştıracak unsurlar olmadığından medeniyetin
çok az kısmını anlayabildiler
. Batı’nın
Osmanlı’ya nefreti XVI. Yüzyıl’da Martin Luther’in kaleminden çıkanlarla az çok
kendini hissettirmişti. Martin Luther, 1524 tarihli “Türklere Karşı Ordu
Vaizleri”, 1529’da yazdığı “Türkler Karşı Savaş Üzerine” ve 1541
tarihli “Türklere Karşı Dua Uyarısı” adlı yazılarında Türkleri o çağda
yaşayanların bozulması üzerine Tanrı tarafından gönderilmiş “Allah’ın Gazabı
Millet” olarak görür ve gösterir.
verilebilecek
en güzel cevap Cemil Meriç’ten gelmiştir. Cemil Meriç, Bu Ülke adlı
kitabında Montesgue’nun iddialarına cevap vererek batının ve Montesgue’nun asıl
kim olduğuna ve batı zulmüne dikkat çeker37. Dönemin önemli isimlerinden
Ahmet Cevdet Paşa Bükreş ziyareti sonrası Avrupa’ya dair tahlillerini yazdığı Tezakir’de:
“Azıcık Bükreş ahvalinden bahsedeyim. Orada hamiyet ve ırz-ı namus
sözlerini kimesne âbâ ve ecdâdından işitmemiş. Karı koca birbirini kıskanmak
adet olmamış. Herkes beğendiğiyle, muâşeret ve mâni’ü müzahim yok. Bir karı
sevgilisi ile görüşür iken kocası odaya girmiyor..” Bükreş ziyaretinde
tesadüfen karşılaştığı Fransız ile yaptığı sohbette: “Fransa’da dahi
mu’aşeret-i nisâ bu mertebe serbestmidir?..Ne münasebet. Bizde de vâkıâ karılar
serbesttir. Ammâ bir takım rüsum-ı ırz-u edeb perdesi arkasında mestûredirler.
Burada vaktiyle perde yırtılmış. Her şey meydana çıkmış”38.
Osmanlı
sosyal değişiminin en önemli göstergesi şehirleşmeydi. İzmir, Selanik ve diğer
bazı şehirlerdeki istatistik bilgileri genel eğilimin bir göstergesi olarak
alınacak olursa, batıdaki şehir nüfusu muhtemelen üç katı artmıştı. Şehir
bölgelerine göçün en önemli sebeplerinden biri, bir yandan kaybedilen
topraklardaki insanların göç etmesi, diğer taraftan tarımda giderek kötüleşen
koşullara katlanamayan köylülerin şehirleri tercih etmeleriydi39.
Osmanlı
sınırları dâhilinde basın faaliyetlerinin ilk başlarda resmi olarak harekete
geçmesi toplum dinamiklerinin de basına resmi pencereden bakmasını sağlamıştır.
Çıkan yayınlar ilk başlarda devletin yayın organı olma niteliği taşımışlardır.
Genel olarak bilinen, ilk Türkçe gazetenin 1831 tarihinde yayınlanan Takvim-i
Vakayi olduğu idi. Oysaki 1828 yılında Mısır’da yayınlanan Vakay-ı
Mısriye Osmanlı sınırlarında yayınlanan ve yarısı Türkçe, yarısı Arapça
olan bir gazete olma özelliği taşımaktaydı. Tarımsal ve Endüstriyel alanda
dönemin gelişmelerinin izlendiği bir haftalık gazete olma özelliği
taşımaktaydı. Hemen akabinde iki yıl sonra Girit’te yayınlanan Vakayi-i
Giridiye’yi görmekteyiz40. Basın sadece gazete çıkarmak değildir.
1831’de Takvim-i Vakayi’nin çıkmasıyla basının başladığı söylenemez.
Çünkü bu gazete bir havadis kâğıdı, Padişahın reformlarını tanıtmaya çalışan
resmi bir yayındı41.
Aydınların
ve ideolojinin ön plana çıkması arasındaki etkileşim ve bunların her ikisinin
de politik sosyalleşme ve kitlelerin endoktrinasyonu42 vasıtaları
olarak iletişime sıkı sıkıya bağlılığı, 1860’tan sonra Osmanlı modernleşmesinin
yeni
. 1840’da ilk özel
gazete olan Ceride-i Havadis ise bir Türk gazetecisi tarafından değil,
diplomatik bir olay dolayısıyla İngiliz ticaret ve gazete muhabirliği yapan bir
İngiliz tarafından başlatılmış; muhtemel olarak yazarları Ermeniler olmuştur.
Bu gazete ve matbaasında basılan bir iki kitap, kitapta ekonomi politikasında
liberalizm doktrini savunulması ve yayılması bakımından onunla bir basın düşünü
de başlatılmıştır. İstanbul’da Fransızca ve İngilizce olarak çok sayıda
gazeteler de çıkmaktaydı
. Hürriyet,
müsavat ve özgürlük kavramları yayınlanan her yazının içinde zikrolunur hale
gelmiştir.
Batının
laik, pozitif ve rasyonel düşünceleriyle tanışmasına yol açmıştır. Bu
düşüncelerle yoğrulan kesim ise bir müddet sonra kendi rejimi ile kavgaya
başlayacaktır. Bu kesim, Fransız İhtilali’nin etkisi ile de kendi topraklarında
benzer bir ihtilale kalkışacak, sonrasında da sultanı yerinden edecek derecede
organizasyon arayışlarına gerecektir. Batılı yeni fikirlerin yanında bu dönemde
ortaya muhafazakâr anlayış adına ciddi bir yenilik, görüş veya yayın
konulamayışı batılı akımların rahatça taraftar toplamasını etkili hale
getiriyordu. Yetişen kuşaklar içinde eğitim alma fırsatı bulan kesimin
neredeyse tamamı Batılı tarza yönelmekteydi. Dönemin koşullarında sağlam bir
Türk - İslam ideolojisi ya da saray dışında güçlü bir muhafazakâr fikri
cereyanın olmayışı Batılılaşmaya olan yaklaşımın heves ve ilgi şeklinde açığa
çıkmasına yol açacaktır.
Mehmet Ali KARAMAN
0 yorum: