Hayır, sandığınız veya bazı meslektaşlarımdan sıkça duyduğunuz gibi, ülke
çapında yayılan protestoların nedeninin siyasette benimsenen üslup olduğunu
söylemeyeceğim. Yaşadıklarımızdan çıkaracağımız çok daha derin iletişim ve
yönetim dersleri var:
İletişim dersleri
·
Politika iletişimden önce gelir. İş dünyasında pek çok yönetici iş
kararlarının ve yönetim pratiklerinin piyasalardan ve paydaşlardan gelen
tepkilerin asıl nedeni olduğunu kavramaktan uzaktır. Tüketiciler, paydaşlar ve
piyasalar sizi esas olarak yaptıklarınızla değerlendirirler. İtibarınızın
temelini eyleminiz oluşturur. Bizde yönetici yaptığından o kadar emin,
yaptığına o kadar âşıktır ki, bir sorun çıktığında ‘çok iyi şeyler yapıyoruz
ama kendimizi anlatamıyoruz’ klişesine sığınır. Gözler hemen iletişimciye
çevrilir. Kimse de yöneticilere, ‘önce politikalarınızı, kararlarınızı ve
pratiklerinizi sorgulayın’ deme cesaretini gösteremez. Biz dahil…
·
Tek taraflı iletişim, iletişim değildir. İş dünyasında yalnızca, yapısı
gereği krizli sektörlerde, işten etkilenen veya yapılan işi etkileyen
kesimlerle (paydaşlarla) yüz yüze gelme pratiği vardır; o da kısmen… Yalnızca
sen konuşursan ve kimseyi dinlemezsen, üslubun ne kadar ‘tatlı’ olursa olsun
ikna edemezsin. Yalnızca almaya odaklanır, vermeyi aklının ucundan geçirmezsen
ikna edemezsin. İkna edilmemiş müşteri, paydaş, piyasa bir susar, iki susar…
·
Satış her şey değildir. Evet, demokrasileri ve onların oyuncularını nasıl
‘oy’ ayakta tutuyorsa, şirketleri ve yöneticilerini de ‘satış’ ayakta tutar.
Özellikle hızlı tüketim mallarında satış her gün yapılan bir ‘seçim’dir;
tüketicinin her gün sandığa attığı oydur. Ama satış geldiği gibi gider. En
büyük markaların çöküşü için birkaç gün yeter. Bunu görebilmek için Taksim Gezi
Parkı Eylemine hiç ihtiyacı yok aslında iş dünyasının. Dünya ekonomisi bunun
örnekleriyle dolu. Ama buna hep birlikte gözler kapatılır. Neden? Bizim için de
bir muamma… Meslektaşlarımın bir kısmını kızdırmayı göze alarak şunu da
söylemek zorundayım: Gerçek PR satışın bittiği yerde başlar.
·
İletişim basında gözükmek değildir. Umuyorum bu kez anlaşılmıştır:
Kendinizce nice olumlu işler yapıp manşetlerden aşağı inmeseniz de, itibar
algınız bir günde tersine dönebilir. Ne kadar çok görünürlük elde ederseniz
edin, esas olan görünürlüğün arkasındaki mesaj ve o mesajın arkasındaki
politika ve pratiklerdir. Benim için artık iletişimden anlamayanların bayrağı
olan ‘Cilalı İmaj Devri’ ifadesi geçerliliğini yitireli çok oluyor.
Samimiyetten ve gerçeklikten uzak ‘cilalar’, en kalitelisinden bile olsa, masif
ağaç üzerinde başka, sunta üzerinde bambaşka bir görüntü yaratıyor. Yani ‘ağaca
dikkat!’
·
Neyin haber olduğuna basın karar verir; bazen de yanlış karar verir. 20
yılı aşkın bir süredir iletişim sektöründe faaliyet gösteren bir şirketi
yönetiyorum. Bir üniversitede 5 yıl medya ilişkileri, PR Stratejisi dersleri
verdim. Yöneticilere özel uygulamalı derslerle kriz iletişimini ve medya
ilişkilerini anlatıyorum. Ama ‘dipten gelen’ şu dalga ile ben kendi hesabıma
hala başa çıkamıyorum: ‘Bizimkisi haber değil mi yani?’ Ben ve arkadaşlarım,
şunu, bugüne kadar yüzlerce kez söylemişizdir :’Eyleminiz, etkinliğiniz haber
olmanın akademik ve pratik bütün koşullarına uysa bile haber olmayabilir.’ Bu
nedenletek bir projeye, tek bir zaman dilimine kendinizi bağlamayın diyoruz.
Bundan böyle sadece ‘Bak Taksim Gezi Parkı’na’ diyeceğim.
·
Kriz iletişimi, krizden önce başlar. İyi yönetimin temel taşlarından biri
‘paydaş iletişimi’dir. Paydaş iletişimi de ‘ilişki yönetimi’ olmadan olmaz.
Paydaş iletişimi ve ilişki yönetimi kriz döneminde aklınıza gelirse
başarısızlık ihtimali çok yüksektir. Bir iş yapıyorsunuz, yaptığınız iş
birilerinin hayatını etkiliyor… Onlarla bir araya gelip, onları dinleyip, tek
derdi size yaranmak olmayan uzmanlardan görüş alıp bir ortak akıl çerçevesinde
karar almanız gerekiyor… Ama siz, ‘en iyisini ben bilirim’ ya da ‘umurumda
değil’ deyip yürüyorsunuz. Kurumların karşılaştığı birçok tepkinin arkasında
tümüyle kendi yönetim pratikleri yatmaktadır.
·
Sosyal Medya bir baş belası değil, bir iletişim platformudur. Türkiye
internet konusunda son derece ileri bir seviyede… Peki, iş dünyası, burada
varlık göstermenin ötesinde, bu medyanın diline, ruhuna ne kadar hâkim?
Birçoğumuz sosyal medyanın önemini anladık, ama eksik veya yanlış anladık. Onu
bir ‘bela’ olarak görenler yalnızca siyasetçilerimiz değil. Oysa ‘iki yönlü
iletişim’in bu kadar mümkün ve bu kadar yaygın olabildiği başka bir iletişim
ortamı yok. Ama burada her yerden ve her şeyden çok ‘bülbül’ün dili başının
belası…
·
İletişim bir üst düzey yönetim fonksiyonudur. Yöneticiler kapalı kapılar
ardında, kendi aralarında kararlar alıp, iletişimciye ‘al buna göre bir şeyler
yap’ dedikleri sürece iletişim disiplininin katkılarından yeterince
yararlanamazlar. İletişimin yeri karar masasıdır. Bunu sağlayabilmenin en ideal
yolu az çok tüm yöneticilerin iletişim nosyonuna sahip olmasıdır. Olmadı üst
yönetimde, diyelim genel müdür yardımcısı seviyesinde, bir iletişim
profesyonelinin olması gerekir. Bunlar yetmez, ‘dış göz’ de gerekir. Bu dış göz
de ‘iletişim danışmanı’dır. Bizim gibi doğu toplumlarında, iletişimde ‘lider’in
yeri çok önemlidir; ama iletişim sadece ‘lider’in eline bırakılamayacak kadar
ciddi bir iştir.
·
İletişim profesyonelinin asli işi satış değil itibardır. Tek işi değil,
asli işi… Peki itibar satışa etki etmez mi? Eder? Ne zaman? Yükselirken değil,
düşerken eder! Takdir ve beğeninin satışa dönüşmesinde kalite/fiyat
ilişkisinden ambalaja, marka vaadinden müşteri deneyimine, talebi izlemekten
kanalı ikna etmeye kadar birçok faktörün etkisi vardır. Bu faktörlerin satışa
olumlu katkısını pazarlama ve satış elemanları sağlar. Buna karşılık, markanın
ve kurumun itibarının inşası, korunması ve geliştirilmesi iletişim
profesyonelinin işidir ve onun faaliyetleri diğer fonksiyonların üzerine itibar
şemsiyesini açar. Onun için, merkezde iletişim profesyonelleri vardır, sahada
ise pazarlama ve satış elemanları. Bu tıpkı bir siyasi partinin faaliyetine
benzer. Seçmenin ayağına gitmeden, sahada çalışmadan, onların günlük hayatına
dokunmadan seçim kazanamazsınız. Ama ‘teşkilatı’ sahada güçlü kılan, merkezin
politikaları, sözcülerin ve liderin söylemi ve bunlarla yaratılan takdir,
beğeni ve itibardır. Birini ötekinin yerine geçirmek mümkün değildir.
·
İtibar da, itibarsızlık da bulaşıcıdır. İtibarı olumlu veya olumsuz
etkileyen eylemler ve söylemler insanların algısını açar. Bir alanda
yaşananlar, öteki alanları da etkiler. İletişimciler, bir alanda sağlanan
itibarın diğer alanları da olumlu etkileyebileceğini bilir ve bunun için
çalışır. Aynı şekilde bir alanda itibar kaybı yaşanıyorsa bunun öteki alanlara
sıçramaması gerekir. ‘Hasarı kontrol altına almak’ bu nedenle başlı başına bir
yönetim ve iletişim faaliyetidir.
Cengiz Turhan
www.mediacatonline.com
0 yorum: