Hesap verilebilirlikle ilgili tüm
alanlarda olduğu gibi siyasal hesap verilebilirlik de ilk olarak kamu otoritelerinin,
halka hesap vermesi amacıyla uygulanmaya başlanmıştır. Bu nedenle siyasal hesap
verilebilirlik, siyasetçiler ve siyasal partiler açısından ele alınarak;
“Bakanlara ve parlamentoya veya yerel yönetimler gibi diğer seçilmiş yapılara
ve bu kuruluşlar aracılığıyla sonunda seçmenlere karşı açıklamalarda bulunarak,
sonuçların üstlenilmesini ifade etmektedir (Scott 2000: 42).
Halkla ilişkiler birimleri kamu
sektöründe veya özel işletmelerde kişiler veya kurumlar yararına çalışan
uzmanlardan ve kimi zaman da akademisyenlerden oluşmaktadır. Halkla ilişkiler faaliyetleri
genellikle, meşruluk, etik değerlere uygunluk ve sosyal sorumluluk ilkeleri
açısından değerlendirilip “doğru veya yanlış “ “nesnel veya öznel” ya da ticari
veya kamu yararı gözeten gibi sıfatlarla nitelendirilebilmektedir. Ancak halkla
ilişkiler uygulamaları ve kampanyaları halkla ilişkiler pratisyenleri açısından
baktığımızda istisnalar dışında genellikle hukuki açıdan yargılanmayı ve
cezalandırılmayı
gerektirecek sonuçlara yol
açmazlar. Bu nedenle de halkla ilişkiler açısından da siyasal hesap
verilebilirlik meslek etiği ve sosyal sorumluluk açısından belli kurallara
uymak veya uymamak temeli üzerinden değerlendirilebilir.
Bu bakış açısından siyasal hesap
verilebilirliği de halkla ilişkiler uygulamacıları açısından yeniden
tanımlayarak; “bir siyasal partinin, siyasal hareketin ya da siyasetçinin
halkla ilişkiler faaliyetlerini gerçekleştiren kurum veya kişilerin, başta
seçmenler olmak üzere doğrudan veya dolaylı biçimde etki alanında olan tüm
kamulara karşı açıklamalarda bulunması ve faaliyetlerinin sonuçlarını
üstlenmesi yükümlülüğü” olarak tanımlayabiliriz. Bu noktada hesap verilen
otoritenin kim olacağı konusunda
halkla ilişkiler açısından
belirlenmiş kurumların varlığından söz etmek oldukça güçtür.
Bununla birlikte, Halkla
ilişkiler mesleği ile ilgili uluslararası ve ulusal düzeyde belirlenmiş olan
IPRA Meslek Ahlakı İlkeleri, Atina Bildirisi, Lizbon Bildirisi, Roma Bildirisi,
Helsinki Bildirisi ve TÜHİD Meslek Ahlakı İlkeleri, hesap verilebilirlik ilkesi
açısından da önemli işleve sahiptirler. Ancak yapılan kimi çalışmalar pek çok
halkla ilişkiler uzmanının bu meslek ilkeleri ile ilgili bilgi sahibi
olmadığını göstermiştir (Okay ve Okay 2009: 547). Bu noktada mesleğin
profesyonelleri, ironik biçimde meslek ilkelerini tanıtmakta yeterince başarılı
olamamışlardır.
Siyasal halkla ilişkiler, kitle
iletişim araçlarının kullanımına dayalı bir süreç olduğundan bu noktada
bağımsız idari bir otorite olarak RTÜK’e önemli bir görev düşmektedir. Halkla ilişkiler
ve siyasal iletişimle ilgili mesleki oluşum ve kuruluşlar da özellikle meslek
etiği açısından hesap verilecek otoriteler olarak düşünülebilir.
Siyasal halkla ilişkiler
uygulamalarının başarılı olup olmadığını anlayabilmek için kullanılabilecek yöntemlerden
biri; iş, etik ve iletişim alanlarında performans ölçümü yapılmasıdır (Küçükkurt
1988:162). Bu ölçümle elde edilecek sonuçlar halkla ilişkiler uygulamalarının hesap
verebilir olması açısından da ciddi veriler sunacaktır. Ancak siyasal iletişim
sürecinde halkla ilişkiler uzmanlarının faaliyetleri sonucu ortaya çıkabilecek
ve farklı kamuları olumsuz etkileyebilecek her türlü etkinin ölçümlenmesi ya da
ölçümlenmesinin zorunlu olması bir önkoşul olmayabilir. Bu nedenle, genel
olarak
kamuoyunu ve toplumun farklı
kesimlerini farklı boyutlarda zarara uğratan, özellikle vicdanen olumsuz
etkileyen her türlü faaliyet hesap verilebilirlik ilkesi bağlamında
değerlendirilebilir.
Zübeyde Süllü
Selçuk İletişim Dergisi
0 yorum: