Göstergebilimin
20. yy’in gereksinimlerine cevap veren, dolayısıyla 20. yy ’da oluşmuş bir
bilim dalı olduğu söylenebilir. Bu bilim dalının gelişiminde anahtar rolü
oynayan üç kaynaktan söz edilebilmektedir. A.B.D.’de Charles Pierce, İsviçre’de
Ferdinand de Saussure ve Doğu Avrupa’da Biçimciler (Erkman, 1987).
Türkçede
gösterge denince önce aklımıza bir araç gelir. Sözlükteki karşılığı da
şöyledir: “Bir aygıtın işlemesiyle ilgili kimi ölçümlerin sonucunu
kendiliğinden gösteren araç”. Otomobildeki benzin göstergesi, kumanda tablosuna
yerleştirilmiş küçük bir araçtır, buna bakarak depoda ne kadar benzin olduğunu
anlarız. Bu şu demektir: İkide bir arabayı durdurup, benzin deposuna bakmak
yerine (ya da bir çubuk sokup benzin düzeyini araştırmak yerine) benzin
göstergesinin ibresine bakıp benzin durumunu görürüz. O küçük araç, bizim ikide
bir benzin deposuna bakıp durumu doğrudan saptamamız gibi zahmetli ve zaman
alıcı bir işlemin yerine geçer, bize benzin miktarı hakkında gerekli bilgiyi
verir. Tabii, benzin göstergesinin bize ilettiği bilgiyi doğru yorumlayabilmek
için, göstergeyi “okumayı” bilmemiz, öğrenmiş olmamız gerekir! (Erkman, 1987).
İkna edici
iletişimde gösterge kavramı özel bir öneme sahiptir. Bu önem göstergenin sadece
düşüncenin aracı olmasından değil, aynı zamanda toplumsal değerlerin
aktarımının aracı olmasından kaynaklanır. Göstergeler çeşitli yollarla ifade
edilir. En belirgin örnekler konuşma ya da dilin kendisidir. Diğer örnekler
görüntüsel imgeler, jestler ve görünen şeyin arkasındakini gösteren maddi
hayatın diğer objeleridir. Bu örneklerin işaret etme potansiyeli ifade
niteliklerinde yatar. İfade etme anlamında bunlar ‘gösteren’dir ve
gösterdikleri şey de ‘gösterilen’dir. Gösterenler ile gösterilenler arasındaki
ilişkinin gücünün uzmanlık alanı, bu ilişkinin kurulması, düzenlenmesi ve
güçlendirilmesi olan reklamcılar ve halkla ilişkiler duyurum uzmanları için
büyük bir önemi vardır (Jamieson, 1996).
Gösterge, bizi
bir ölçümü doğrudan doğruya yapmaktan kurtaran, bizim ölçme eylemimizin yerine geçen
bir araçtır diyebiliriz. Göstergenin işlevi bize bir durum ya da olgu hakkında
dolaylı yoldan bilgi iletmektir. Doğrudan doğruya bir eylemi gerçekleştirmek
yerine gösterge kullanarak istediğimiz bilgiyi edinebiliriz; gösterge
kullanarak ya da bir aracı kullanarak da diyebiliriz. Bu aracı (gösterge)
eylemin yerine geçer. Tabi, aracıyı tanımak, ne işe yaradığını nasıl
okunacağını bilmek koşuluyla (Erkman, 1987).
Göstergebilimin
temel ilgi alanının merkezinde gösterge yer alır. Göstergelerin ve onların
çalışma biçimlerinin araştırılmasına göstergebilim adı verilir. Göstergebilim,
dikkatini metne yönlendirir. Göstergebilim, alıcı ya da okuyucunun birçok süreç
modelinin iddia ettiğinden çok daha etkin bir rol oynadığını kabul eder.
Göstergebilim ‘alıcı’ terimi yerine (fotoğrafta ve resimde bile) ‘okur’
terimini tercih eder, çünkü ‘okur’ terimi çok daha önemli bir etkinliği ifade
eder ve dahası, okuma öğrenilen bir şeydir, yani okurun kültürel deneyimi
tarafından belirlenir. Okur kendi deneyimlerini, tutumlarını ve duygularını
metne taşıyarak metnin anlamlandırılmasına katkıda bulunur (Fiske, 2003).
Göstergebilime
göre, anlamlar, göstergeleri şifreler içinde düzenlemeden geçirerek sosyal
olarak inşa edilir. Gerçeğin sosyal olarak inşasıyla ilgili varsayımlar
şunlardır (Erdoğan ve Alemdar, 2002):
a. Algıladığımız
dünyayı biliriz.
b. Algılarımız
öğrenilmiş yorumlar üzerine kuruludur.
c. Öğrenme sosyal
etkileşimden geçerek olur ve sosyaldir.
d. Anlam vermeyi
taşıyan araçlar: Dil dahil semboller, kültürel mitler, kurumların yapıları ve pratikleri
ve eylem kurallarıdır.
e. Bu anlam
verme araçları beraberce insanların dünya görüşlerini, kimliğini amacını,
ideolojisini inşa ederler.
f. Bireyin
kendisi, toplum ve kurumları etkileşimden geçerek sürekli değişir.
g. Var
oluşumuzun gerçek koşulları öznel değildir. Bu koşullar sosyal etkileşimden
geçerek anlam kazanırlar ve algılanmış değerleri nedenleri ve önemleri sosyal
olarak üretilir.
h. Gerçek
durumsaldır ve pragmatiktir: Bağlam yorumları yönetir.
Göstergelerin
anlamı üç yolla anlatılır:
• Sözdizimsel
(Sentaktics),
• anlamsal
(semantik, semantics) ve
• edimsel
(pragmatics).
Sözdizimselde
anlam kelimeleri yerleştirme veya sıraya koyma ile yaratılır. Semantikte
göstergelerin
kendilerinin
kullanımıyla kelimenin bireye ne anlama geldiğiyle yaratılır.
Gösterme Süreci
Gösterge dediğimiz şeyin tam olarak anlaşılması için çok
boyutlu bir süreç olan gösterme sürecinin (semiosis) açıklanması gerekir. Bu açıklamayı,
bu alanda klasik sayılabilecek Morris modeliyle şöyle açıklayabiliriz: “Gösterme
süreci, bir şeyin/kişinin (1), üçüncü bir şey aracılığıyla (3), o anda doğrudan
etkili olmayan başka bir şeyin (2) farkına varmasını sağlamaktır.” (Erkman,
1987). İlk bakışta karışık gelebilecek bu cümle şöyle açıklanabilir (Erkman,
1987):
Belli bir türdeki bir düdük sesini (3) duyan kişi (1), bu
düdük sesinin (3) yaklaşmakta olan bir trene (2) ait olduğunu anlar. Yani düdük
sesi, onu duyan kişi tarafından yorumlanır. Burada yorumlama işi ve yorumlayan
çok önemlidir. Çünkü yorumlayan düdük sesinin anlamını bilerek onu
yorumlamaktadır. Düdük sesinin bütün gösterge taşıyıcıları gibi bir kavramsal
gösterileni vardır ama gerçek somut bir göndergesi olmayabilir. İnsan, yaklaşan
bir trenin sesini duyabilir ve tren geliyormuş gibi davranabilir, oysa gerçekte
bu bir yanılgı da olabilir. Gerçekte belki tren yoktur da sesi benzetmiş
olabiliriz. Gene de anlamsal açıdan, ses, şu ya da bu biçimde yorumlanmıştır,
bir işlev yerine getirmiştir. Bunun gerçekleşmesi de yorumlayanın kafasındaki
anlam dizgesinde bu sesin karşılık geldiği, çağrıştırdığı bir genel
bilgi/kavram’ın bulunmasına bağlıdır (Tabi, sahiden bir tren yaklaşıyor da
olabilir.) Bu olay bize gösterme sürecinin üç boyutu hakkında açıklayıcı bilgi
verir. Birinci boyut anlamsal boyuttur (semantik). Yani düdük sesiyle tren arasında
kurulan ilişki. İkinci boyut, gösterge taşıyıcısıyla yorumlayan arasındaki ilişkidir;
yani düdük sesiyle onu duyan ve değerlendiren kişi arasındaki ilişki.
Bu boyut yorumlayanın duruma göstereceği tepkileri başlatır,
bu yüzden ya da kırgısal boyut (pragmatik) olarak adlandırılır. Üçüncü boyut
ise düdük sesinin öteki seslerle olan ilişkisini inceler, düdük sesinin uyarıcı
sesler dizgesi içinde tuttuğu yeri belirler. Yani bir göstergenin kendisiyle
aynı dizgede bulunan öteki göstergelerle olan ilişkisini araştırır. Düdük sesi,
başka seslerle belli bir ilişki içinde olduğu sürece, yani ancak öteki seslere
göre düdük sesidir. Göstergelerin birbiriyle olan ilişkilerini inceleyen bu
boyuta da sözdizimsel boyut (syntaktik) adı verilir. Bir gösterge, ancak bu üç
boyutun ışığında çözümlendiğinde, gerçekten çözümlenmiş olur.
www.anadolu.edu.tr
0 yorum: