Küreselleşme ve Sinema çeşitli boyutlarıyla farklı
disiplinler tarafından uzun süredir tartışılan iki kavramdır. Bu tartışmaların
neler olduğunu, pek çok bakış açısının kabul ettiği tanımı burada tekrarlamak
gerekirse, küreselleşme sosyal, politik, ekonomik ve kültürel bir süreçtir. Bu
yazıda küreselleşmeyi bir kitle iletişim aracı, bir sanat dalı ve aynca
endüstriyel ve ticari anlamda da güçlü bir sektör olan sinema açısından ele
alıp inceleyeceğiz.
Ekonomik reformlarla başlayan
küreselleşme ardından kültürel dönüşümü getirdi. 20. yüzyıldan beri yeni
iletişim teknolojileri ve medya aracılığıyla dünyanın her bir köşesine yayılan
Batı tüketim kültürü ve ataerkil-kapitalist ideolojiler karşısında, kültürün
küreselleşmesi ilerici veya yerel kültürü tehdit ve tahrip edici bir süreç
olarak farklı açılardan değerlendirildi.
Kültürün küreselleşmesini anlamaya ve açıklamaya yönelik
başlıca üç yaklaşım vardır: Batı medyasının ve tüketim ideolojisinin etkisi
sonucu kültürler homojenleşir; küresel kültür derinliği olmayan yüzeysel bir
kültürdür; kültürün küreselleşmesi yeni küresel ağların ve melez formların
oluşmasını sağlar. Amerikan sinemasının dünya film pazarındaki baskın konumuna
rağmen, bu durumu günümüzde homojenleşme ve kültür emperyalizmi tezi ile
açıklamaya çalışmak yüzeysel kalacaktır. Sinema alnında global düzeyde yeni
ekonomik ve kültürel yapılanmaların ortaya çıkmasıyla küresel ve yerel
arasındaki ilişkini dönüşmüştür. Bu açıdan bakıldığında Hollywood’un baskın gücünün diğer
ülke sinemaları üzerindeki etkisini ve etkileşimini daha iyi anlayacağımızı
düşünüyoruz.
Küreselleşme ve sinema konusunda kültürün küreselleşmesi, 20.
yüzyıldan beri devam eden biçimiyle daha önce benzeri görülmeyen bir süreçtir.
Held bu süreçte rol oynayan temel unsurları şöyle sıralar. Yeni medya
teknolojileri, küresel medya şirketlerinin yapısı, pop müzik, televizyon programları
ve sinema gibi popüler kültür ürünleri ve turizm. Müzik ve televizyonun ulus
aşırı akışkanlığı hakkındaki tartışmalar uzun süredir medya emperyalizmi tezini
geçersiz kılar. Ancak Hollywood’un küresel eğlence piyasalarındaki
egemenliğinden dolayı bu bakış açısı sinema alanında akademik tartışmaların
bir parçasını oluşturmaya devam ediyor.
Hollywood Egemenliği
Uluslararası kuruluşların araştırmaları istatistiksel olarak
Hollywood’un bu alandaki egemenliğini açıkça ortaya koyuyor. 1970 ve 1995
yıllan arasında ABD’nin dünya film üretimindeki payı yüzde 9’dan 45’e yükseldi.
ABD’de her yıl 600-750 arasında film yapılıyor; bu rakam tüm Avrupa ülkelerinde
yapılan filmlerin sayısına denktir. Amerikan sinemasının baskın gücünü gösteren
diğer bir gerçek ise dünyanın her bir tarafında (yasak olmayan bir iki ülke
dışında) Amerikan filmleri seyredilirken Amerikalıların çok az yabancı film
seyretmeleridir. Küreselleşme ve sinema konusunda film üretimi ulusal düzeyde
düşünüldüğünde ise, Hindistan’m (800-900), Çin’in (450) ve kısmen Japon sinema
endüstrilerinin büyük ölçekli üretim yaptıkları görülür. Bu ülkelerde yapılan
filmler, Hollywood kadar olmasa da, global düzeyde dağıtımı yapılan ve
seyredilen filmlerdir.
Amerikan sinemasının dünya film pazarındaki baskın konumu
yeni bir gelişme değil; 1. Dünya Savaşı sonrasından bu yana devam ettiği
görülüyor. Amerikan sinemasının ekonomik olarak dünya liderliğine sahip
olmasının çeşitli sosyal, politik, ekonomik ve kültüre! boyuttan vardır ve
bunlar pek çok araştırmaya konu Olmuştur. Ancak Amerikan sinema tarihinin ilk
dönemlerine kısaca bakacak olursak iki önemli konunun ön plana çıktığını
söyleyebiliriz. Avrupa’da endüstrileşmeye başlayan sinemanın 1. ve 2. dünya
savaşları sırasında bu kıtada gerilemesi bu durum Hollywood’un gelişip büyümesi
için bir fırsat oldu. Aynca, bu dönemde Hollywood’da etkin insanların çoğunun
Avrupa’dan gelen farklı etnik kökenlerden olması, Hollywood’un en başından beri
çok kültürlü ve Amerika ile sınırlı kalmayan bir seyirci kitlesini hedefleyerek
bu doğrultuda gelişmesine neden oldu. Dolayısıyla Hollywood’un küresel başarısı
aşama aşama gelişen bir süreç oldu.
Diğer Ülke Sinemaları
Yukarıda film üretimiyle ilgili ulusal düzeyde verilen
istatistikleri yeniden okuduğumuzda bu okumanın küreselleşme süreci ile ilgili
önemli bir noktaya işaret ettiğini görürüz: diğer bazı popüler kültür
alanlarında, örneğin televizyon veya müzikte olduğu gibi sinema alanında da
küresel ağlarda bölgesel bloklar oluşuyor. Sayı olarak dünyada en çok film
üreten Hindistan’ın film yapım merkezi Bollywood yalnızca milyarlarca insanın
yaşadığı Güney Asya’yı eğlendirmekle kalmaz. Yaptığı filmleri, müzikleri ve
televizyon programlarını farklı coğrafyalara ihraç ediyor. Bu da orta sınıf
Hintlilerin ve yabancı sermayenin eğlence endüstrisine yaptıkları yatırımları
gün geçtikçe artırıyor. Sonuç olarak günümüzde Bollywood filmlerinin Asya’nın
büyük bir bölümünde, Ortadoğu’da ve Afrika’da milyonlarca seyircisi vardır
Sinema alanında oluşan bölgesel bloklardan bir diğeri
Avrupa’dır. Küreselleşme ve sinema konusunda Amerikan sinemasının Avrupa
pazarındaki baskın konumu nedeniyle Avrupa ülkeleri 1920’lerden beri kendi film
endüstrilerini koruyan kararlar aldılar. Bu kararlar tarih boyunca her zaman
istikrarlı bir şekilde yürütülemedi. Ama yine de Avrupa ülkeleri farklı
dönemlerde Amerikan sineması ile rekabet edebilmek için çeşitli yöntemler
geliştirdi. Bu çerçevede ele alınabilecek önemli örneklerden biri, dünya
ticaretini serbestleştirmek amacıyla 1947’de oluşturulan GAD görüşmeleriydi.
1980’lerde yapılan görüşmelerde Fransa gibi Avrupa ülkeleri, filmlerin ticari
bir konu olarak ele alınmasının kültürel kimlikleri tehdit edeceğini
belirtiyordu. Avrupa Topluluğu’nun sinemaya ilişkin kapsamlı ve bütüncül bir
politika oluşturması ancak 1980’lerde gerçekleşti. Bu dönem itibariyle Avrupa
sinemasını Amerikan sinemasının rekabetinden korumak amacıyla çeşitli fonlar, kurumlar
ve görsel-işitsel alanla ilgili programlar oluşturuldu. Bunlar arasında en çok
bilineni Avrupa içesinde ortak yapımların gerçekleştirilmesine kaynak sağlayan
Eurimages’dir.
Yeni Ekonomik ve Kültürel Yapılanmalar: Britanya Örneği
Bu çabalar Hollywood’un baskın gücü karşısında ayakta kalma
ve kültürel kimlikleri korumanın yanı sıra yereli küreselle ilişkilendirerek
küreselin bir parçası olabilmek amacıyla geliştirilen yeni stratejileri de
kapsar. Britanya
sineması bu anlamda incelenmeye değer önemli bir örnektir. Britanya
Sineması, devletin, yerel yönetimlerin, ulusal ve bölgesel yayın kuruluşlarının
ve uluslararası yatırımcıların desteği ile para akışını arttırmıştır.
1990’larda kendini yeniden inşa ederek küresel pazar içinde
yeni bir popüler Britanya sineması olarak ortaya çıktı. Film üretimi için
geliştirilen bu yapı hem ülke içindeki hem de dış pazarlardaki dağıtım ağların
da garanti altına almaya yönelik bir hareketti. Bu da yerel yani ulusal olanın
ancak bu şekilde uluslararası pazara girebileceğini gösterir. Kültürün
küreselleşmesi üzerine yaptıkları çalışmada Mortey ve Robirys’in (1995)
belirttiği gibi, kültürel dönüşüm bir taraftan ulusaşırı bir alan yaratıyor
ama, diğer taraftan kültür endüstrileri içerisinde yerellik daha da önem
kazanıyor. Yani, kültürel üretimde yerellik, küreselleşen bir ürünün
homojenleşmesinden ziyade, bir ürünün küresel pazar içerisindeki
farklılığına (particuiarity) işaret eder. Bu anlamda, Britanya sineması için
kullanılan yerel/ulusal kavramları Britanya sinemasının küresel pazar
içerisindeki farklılığını ifade etmek için kullanılır.
Britanya Sineması
Sinema Kurallarını Değerlendirme Grubu’nun (Film Policy
Review Group) Britanya sinemasını “kültürel olarak Britanya sineması” biçiminde
yeniden tanımlaması, bu yönde gelişen eğilimi açıkça ortaya koyar. Bu tanım,
filmlere konan verginin biraz daha düşürülmesi amacını taşır. Kim Küreselleşme
ve sinema konusunu şöyle açıklar: Britanya sineması önceden olduğu kadar kolay
tanımlanamaz, daha teknik bir tanım gerekir. “Kültürel olarak Britanya
sineması” deyimi Britanya sinemasının ulusal/yerel bir kültürel ürün olduğunun
altını çizse de, bu ulusal/yerel kültürün temsiliyeti anlamına gelmez,
yerelliğin farklılık olarak yansıtılması anlamında kullanılır.
Britanya sinemasının 1990’larda merkezi sistemin sona ermesi
ve farklı kurumlar tarafından yönetilmesiyle gelişen iki eğilimden söz eder
Kim. Birincisi, dağıtımı garantileyen veya uluslararası dağıtım potansiyeli
olan filmlerin tercih edilmesi, ikincisi, ulusal ve bölgesel filmlerin ticari
boyutunun önem kazanması. 1990’larda yapılan ve uluslararası başarı gösteren
Britanya sinemasına baktığımızda bölgesel karakterleri, mekanları ve siyasi
konulan kapsayan, toplumun çeşitli sosyal ve kültürel katmanlarını ele alan
filmlerin yapıldığını görürüz. Örneğin, The Crying Gome (1992), Twin Town
(1997), Troinspotting (1996).
1990’lann ortasında bütçelerin yetersizliğinden ve daha
önemlisi dağıtım ağlarının zayıflığından dolayı Britanya film endüstrisi Avrupa
ülkeleri ile ortak yapımlar yerine, Avrupa dışı kaynaklan ve özellikle ABD’li
yatırımcıları çekmeye ve Hollywood’un büyük şirketleri ile işbirliğine girişmeye
başladı. Britanya’da yapılan filmlerin ön satışlarının büyük ABD dağıtım
firmalarına verilmesi bu filmlerin hem Avrupa hem de Amerika’da seyredilme
oranını yükseltti. ABD dağıtım şirketlerinin etkili promosyon kampanyaları ve
gösterim öncesi izleme testleri gibi stratejiler Britanya yapımlarının ABD’de
başarılı olmasını garanti altına alıyor. Örneğin, Billy Elliot (2000).
Sonuç
Kısaca özetlemek gerekirse, 199o’larda Britanya film
endüstrisinin finans ve dağıtım yapısının yeniden düzenlenmesi, Britanya film
yapımını yerelleştirerek ve ticari boyutunu artırarak küreselleşmesine neden
oldu. Britanya örneğinden yola çıkarak diyebiliriz ki, dünya sinema pazarındaki
egemenliği elinde tutan Hollywood, diğer ülkelerin film endüstrilerinin yeniden
yapılanmalarına yol açmıştır. Ayrıca onları özellikle dağıtım konusunda kendine
bağımlı kılmaktadır. Ancak, üründe farklılık yaratmak amacıyla da olsa yerel ve
bölgesel olanı ön plana çıkarmaya olanak veren bir sistem olmasından ve
Hollywood dağıtım şirketlerinin yerelle küresel arasındaki ilişkiyi dönüştürmede
kilit rol oynamasından dolayı karşımızda duran görüntünün tamamen karanık
olmadığını düşünüyoruz.
0 yorum: