26 Ocak 2017 Perşembe

KENDİ İŞİNİ KENDİ YAPAN TÜKETİCİ: DO IT YOURSELF



“Do it yourself” (DIY) yani “kendin yap”, aslında o kadar yeni olmasa da son zamanlarda karşımıza oldukça sık çıkan bir akım. DIY; uzmanların ve profesyonellerin yardımı olmaksızın gerçekleştirilen, bir şeylerin inşaat, tadilat ve tamiratına verilen terim
“Do it yourself” (DIY) yani “kendin yap”, aslında o kadar yeni olmasa da son zamanlarda karşımıza oldukça sık çıkan bir akım. DIY; uzmanların ve profesyonellerin yardımı olmaksızın gerçekleştirilen, bir şeylerin inşaat, tadilat ve tamiratına verilen terim. Bu terim ilk olarak 1912’lerde ortaya çıkmış ve 1950lerde sıkça kullanılmaya başlanmış. O dönemlerde daha çok insanların kendi yaptıkları ev geliştirme projelerini anlatmak maksadıyla kullanılırken, günümüzde oldukça dramatik bir değişim ile 29 milyar dolarlık zanaat sektörüne egemen olmuş, en çok da 35 yaşın altındaki genç yetişkinlere hitap eden bir duruma gelmiş.*
DIY, Türkiye’de de en başta özellikle günün çoğu zamanını evde geçiren kadınların; mağazalarda gördükleri ürünleri, evde kendi denemeleriyle, kendi tarzlarıyla özelleştirerek, farklılık katarak gerçekleştirdiği üretimler olarak ortaya çıktı. Başta kulağa yabancı gibi gelen bu kavram aslında uzun zamandır bizlerin hayatında: Ülkemizde 1980’lerde TRT’de –çoğu tasarruf amaçlı yayınlanan- kısa kısa ‘’kendin yap’’ TV spotlarıyla başladı, ancak asıl etkisini yıllar sonra Derya Baykal’ın televizyon programlarında eski eşyaları yeni, kullanılabilir eşyalara dönüştürmesiyle yarattı.
DIY-Brand-talksSon zamanlarda internet siteleri de bu akım ile ilgili bolca ilham verici öğretici içerikler paylaşıyor. Yemek tariflerinden tutun da, takı yapımı, mobilya yapımı gibi birçok alan ile ilgili “kendin yap” önerileri bulunuyor. Youtube’da da çok sayıda kanal bu doğrultuda içerik üretiyor. Daha sonra bu “kendin yap” ürünleri Etsy gibi sitelerde satışa çıkabiliyor. Hatta “kendin yap”ı uygulamaya çalışıp, başarısız olanların yaptıkları da internette eğlence amaçlı dolanıyor.
kendin-yap-peynir-brand-talksDiğer yandan bazı platformlarda sadece fikir değil, kendi başınıza yapabileceğiniz; boya badana setinden, evde mum yapma setine ya da ev tekstili, dekorasyon ürünlerine kadar pek çok set ve kitler bulmak mümkün. Bu setler sayesinde bu konuda merakı olanlar hem bilgi ediniyor hem de uygulamaya geçirebiliyor.
Bu felsefenin arkasında kişiselleştirmek, tüketmeden üretmek ya da tüketirken aynı zamanda geri dönüştürmek de yer alıyor. Ekonomik anlamda da kolaylık sağlayan bu trend, aynı zamanda bundan sonra sıkça duyacağımız yeni bir terimin de ortaya çıkış sebeplerinden biri: “Prosumer”.
Prosumer, gelişen dünyada tüketicilerin sadece tüketici olma konumundan çıkarak aynı zamanda üretici olma konumuna geçtiklerini belirten, “producer” ve “consumer” kelimelerinin birleşimi. Teknolojinin de gelişmesiyle beraber, DIY, yıllar boyu pasif kalan tüketiciye ilk kez ürün geliştirme sürecinde söz hakkı vererek onu aktifleştiriyor.
 ‘’DIY’’ akımın bu denli popüler olmasının arkasındaki belki de en büyük neden, ‘’Ikea Effect’’ adında bilimsel bir teoriye dayanıyor.** Duke Üniversitesi’nde Psikoloji ve Behavioral Economics Profesörü Dan Ariely ve meslektaşlarının yaptığı araştırmalarda, insanların kendilerinin katkı yaptığı ürünlere orantısız şekilde daha fazla değer verdiği ortaya çıkıyor. Yapılan bir deneyde, profesyonel biri tarafından yapılmış bir origamiye kıyasla, insanların kendi yaptıkları (yamuk yumuk da olsa) origamiler, yapanlar tarafından çok daha fazla değerli görülüyor ve origamiyi yapanlar kendi yaptıkları ürünlere, profesyonel ürünler ile aynı yükseklikte fiyat biçiyor.
Başka bir neden ise “kendin yap” ürünlerinin aynı zamanda “kişiselleştirilmiş” olmaları. Teksas Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre insanlar kendi yaptıkları ürünleri kullanırken, o ürün başkalarında olmadığından dolayı, daha özel hissediyorlar. Bu durum, ister istemez insanların yaptıkları ürünü daha çok benimsemelerini sağlıyor.
Bu akımın insana psikolojik olarak son getirisi ise, ürün tamamlanınca kendilerini memnun hissetmeleri  -sonuç ne olursa olsun-  çok iyi bir iş çıkardıklarını düşünmeleri, hatta bazı araştırma sonuçları bu etkisi sayesinde DIY akımının insanlarda bağımlılık yarattığı görüşündeler.
DIY trendinden faydalanan markalar, insanlardaki marka algısında yaratıcı bir rol oynamak istiyor ve tüketim anının ötesinde yaratıcı ve duyusal deneyimler sunuyorlar. Bunun en önemli örneklerinden biri “Ikea Effect”e adını veren Ikea. Ikea, tüketicilere malzemeleri verip son ürünü kendilerinin yapmasını sağlayarak hem maddi olarak daha uygun, hem de tüketiciler açsından daha değerli bir şey üretmelerini sağlamış oluyor.
Kimi markalar da kategorilerinin doğası gereği “Do it yourself” trendine cevap verecek ürünleri doğrudan sağlayamasa da, altında yatan motivasyonlara hitap edecek pazarlama metodlarıyla bu trendin rüzgarından faydalanmanın peşinde. Örneğin; oje sürmek veya makyaj yapmak kendi mobilyanı yapmak kadar zor olmasa da, insanın kimi zaman profesyonellere yaptırmayı tercih ettikleri bir külfet olabiliyor. Maybelline de kendi ürünlerini tanıtarak, bir yandan da oje sürme ve makyaj yapımı ile ilgili bilgiler, videolar paylaşarak tüketicileri “kendin yap” yönünde teşvik ediyor, bir yandan da markanın bu trendden geri kalmaması yönünde çalışıyor.
İşin kişiselleştirme boyutunda da birçok markanın faaliyetlerini görüyoruz. Örneğin ABD’de McDonald’s, müşterilerine sipariş noktasında bir tablet kullandırtarak ‘’kendi burgerini kendin hazırla” hizmeti sunmaya başladı. Starbucks ise benzer bir şekilde yıllardır içeceklerini özelleştiriyor ve hatta isme özel servis ediyor. Nike, mağaza ve internet sitesinde öne çıkan modellerine özel olarak ‘’kişiselleştirmeye’’ hizmetini ekleyerek, kullanıcılarına kendi ayakkabı tasarımlarını yapma fırsatını sağlıyor.
Biz de “kendin yap” akımının Türkiye’de neler yarattığını görmek için bir araştırma gerçekleştirmek istedik. Araştırmamız İstanbul’da 18-40 yaş arası AB C1 ve C2 SES gruplarından 100 kadın ve erkek ile gerçekleşti.
 “Do it yourself” akımının tanımı okunarak daha önce duyulup duyulmadığı sorulduğu zaman görüşmecilerin %52’si duyduklarını belirtmiş. Bu trend hakkında ne düşündükleri sorulduğu zaman tüketicilerin çoğu pozitif görüş belirterek “yaratıcılığı artırması”, “ekonomik olması”, “daha verimli olması” yönünde yorumlar yapılmış. Az sayıda da “hazırı varken gerek olmadığı” yönünde olumsuz yorum belirtilmiş.

Görüşmecilerin %41’sı daha önce “kendin yap” trendini uyguladıklarını söylemiş. Ne yaptıkları sorulduğunda çok çeşitli cevaplar olmasına rağmen en çok “dekoratif eşyalar” , “mobilyalar” “takı, çanta gibi aksesuarlar”, “elbise gibi tekstil ürünleri” cevapları gelmiş. Bunlar dışında “çocuk oyuncağı”, “kedi için tırmanma tahtası”, “güneşte domates kurutmak için bir araç” yapmaya kadar uzanan geniş bir yelpazeden bahsedilmiş.
Görüşmecilerin bu ürünleri kendilerinin yapma sebepleri arasında “vakit geçirmek”, “hobi amaçlı”, masraftan kaçınmak için”, “öğrenme amaçlı”, “satma amaçlı”, ve “üretken olma” belirtilmiş.

Bu trendin olumlu tarafları sorulduğunda “eğlenceli ve zevkli bir uğraş olması”,  “maddi açıdan avantaj sağlaması”, “istenilen doğrultuda şekillendirilebilmesi”, “motivasyon kaynağı olması”, “insanın kendini geliştirmesini sağlaması”, “insana gurur vermesi”, “insanın kendi yaptığı şeyi daha zevkle kullanması” gibi yönler söylenmiş.
Olumsuz yanları sorulduğunda görüşmecilerin çoğu olumsuz yanı olmamasını söylerken az sayıda görüşmeci ise “gerekli zamanı bulamamak”, “doğru yapamama ihtimali”, “malzemeleri bulma sıkıntısı”nden bahsetmiş.
“Kendin yap” ile ilgili video, fotoğraf içeren programları platformları görüşmecilerin neredeyse yarısı takip ediyor. Daha çok internet sayfalarından bu trendi takip edenler varken, özellikle “youtube” ve “facebook” platformları öne çıkmış. Başka söylenenler arasında “pinterest”, “ev döşeme programları” var.
Görüşmecilerin %10’u “kendin yap” trendini teşvik eden markaların aklına geldiğini söylemiş. Bu kitleye akıllarına hangi markalar geldiği sorulduğunda şaşırtıcı olmayan bir şekilde en çok “Ikea” cevabı öne çıkmış. “Koçtaş” ve “halk eğitim kursları” da başka söylenen cevaplardan.
İşin kişiselleştirme tarafında ise, görüşmecilerin %38’i kişiselleştirilmiş bir ürüne sahip olduğunu belirtmiş. Hangi ürünler olduğu sorgulandığında çok çeşitli cevaplar gelmiş, bunlardan bazıları; “enerji bilekliği”, “dolap”, “gemi maketi”, “çerçeve”, “kitaplık”…

Kişiselleştirilmiş bir ürüne sahip olmanın neden önemli olduğu sorgulandığında “kendim yaptığım için”, “kendi imzamı taşıdığından”, “fabrikasyon olmaması” gibi yorumlar alınmış. (“kimlik gibi bir şey olur insanlar sadece bende görür ve hatırlar”).
“Bir ürünü kendinize göre şekillendirecek, farklı yapabilecek seçenekler sunan marka aklınıza geliyor mu?” sorusuna görüşmecilerin %9’u olumlu cevap vermiş. Akla gelen markalar arasında “Samsung”, “Ikea”, “Sony”, “Zara”, “Mavi” ve “Araç markaları” belirtilmiş.
Sonuç olarak ‘’DIY’’, hem yeni bir pazar oluşturup insanları girişimciliğe teşvik ederek, hem de kişilere ‘’tüketme’’ yerine ‘’üretme’’yi vurguladığından, günümüz için önemli bir trend. İnsanların satın aldıkları ürünlerde kendi dokunuşlarını görmeleri, o ürünlerle farklı bir bağ yakalamalarına ve sonunda o ürünlerin (ve markaların) kendileri için büyük önem taşımasını sağlıyor. Markalar için uygulaması çok kolay ama etkisi çok büyük olacak bir trend. Türkiye’de de DIY’in bu denli uygulanıyor olduğu ve pozitif olarak karşılandığı görüldükten sonra markaların özellikle dikkate alacağını düşünüyoruz.

 * Generation Y Has Become Generation DIY, Jeff Fromm, Millenial Marketing & Global DIY market value 2012-2018
** The IKEA Effect: When Labor Leads to Love, Michael I. Norton, Daniel Mochon & Dan Ariely, 2011



YENİ ERGEN: SİYASAL REKLAMCILIK

Siyasal partiler bir margarin üreticisinden biraz farklıdır. Farklar şuradan gelir, üreticiler bir ürün, bir hizmet satarlar, siyasal partiler ise bir inanç satarlar.
Nedir?
Ders Kitabı: “…bir siyasi partiyi veya adayı potansiyel seçmenlere uygun hale getirmek, siyasi partiyi veya adayı en yüksek sayıdaki seçmen kitlesinin ve bu kitledeki her bir seçmenin tanımasını sağlamak, rakipleriyle arasındaki farkı ortaya koyup, en az masrafla seçimi kazanmak için gerekli olan oyu elde etmek amacıyla kullanılan tekniklerin tümüdür…”
Ne değildir?
Propaganda.
Ne zaman başladı?
1950’lerde radyo aracığıyla propaganda şeklinde,
1970’lerde dergi ve gazete ile ilk gerçek siyasal reklamcılığın temelleri atıldı,
1980’lerde siyasal reklamcılık, ilk etapta gazeteler yoluyla, nihayet yasal zeminle tanıştı,
1983’de Seçim kampanyası başarılı olan Anavatan Partisi’nin reklam çalışmalarını yürüten Manajans kurucusu Eli Acıman şöyle dedi; “...siyasal partiler bir margarin üreticisinden biraz farklıdır. Farklar şuradan gelir, üreticiler bir ürün, bir hizmet satarlar, siyasal partiler ise bir inanç satarlar. Parti bu inancı nasıl satacağını düşünür ve bu konuda uzman olmadığı için acze düşer ve bu noktada reklâm ajansına ihtiyaç duyar…”
1987’de 1983’de hazırlanan siyasal reklamcılık yasasına ek olarak radyo ve televizyon da eklendi,
1987 seçimlerinde partilerin profesyonel reklam ajanslarına outsource ettikleri kampanyaların reklam filmleri ilk defa TRT’de yayınlandı, 1991’deki genel seçimlerde, yurt dışından yabancıları siyasal reklamcılığa ANAP’a ‘danışman’ olarak sokmayı başardık ama seçim başarısız oldu,
2007’de bir işi doğru düzgün yapamayıp her şeyin dozunu kaçırdığımızdandır ki, siyasi parti reklamları yasaklanır,
2011’de yeni RTÜK düzenlemesiyle yeniden serbest bırakılır ve partiler rekor üstünde rekor kırarak deli gibi para harcar,
2014’de siyasi pazarlamayı dijitalleştirmeyi unuttuk ama reklamı yaptık.
Güncel durum.
İmaja yönelik, söylenenleri bir de yönetmenin liderliğinde, sanat yönetmenin gözünden, ve ‘güzel’ müziklerle tekrarlandığı, televizyonda reklamı bile çıkıyorsa o zaman iyidir algısını destekleyen, gündemden kopamamış, ufuk ve vizyona sahip olmayan, hayal kurdurmayan, kopyalayan, saçmalayan, aptal yerine koyan, gururla ajite eden, negativite ve pozitivite ile birbirini götüren, iz bırakmayan, inandırmayan siyasal reklamcılığı izliyoruz.
Seni ne bekliyor?
Doğru anlatamamak. Doğru anlaşılamamak.
E bu işler nasıl olacak?
kararsız-siyasal-iletişim-brandtalks
Kapanmayan bir kapıyı, hızlı çarparak kapatmayı denersin. Eğer kapanmazsa bir kez daha deneyebilirsin. Eğer o kapının kapanması şartsa bir kez daha dene. Hadi sinirlendiğini varsayalım, bir kez daha en hızlı, en güçlü ve en inançlı biçimde bir daha çarp! AmaUnutma! Sonuç ne olursa olsun, neden kapanmadığına mutlaka bir bak. Siyasal reklamcılar hizmet ettiği partileri yeniden konumlayarak tanımlamalılar. Partilerin siyasal politikalarını anlatırken kullandığı tonla, siyasal reklamlardaki ton aynı paralelde ilerlememeli. Onun yerine siyasal reklamlar bir sonraki iletişim dilini ve tonunu tanımlamalı/tanıtmalı. Samimiyet, eğlence, espri ve yaratıcılık siyasal reklamcılığın bir parçası haline getirerek ‘ne söylediğin değil, nasıl söylediğin önemlidir’ ilkesini, seçmen araştırmaları dahilinde yeniden uygulamaya başlamalı. Bir diğer önemli konuda partiye sadık seçmenler haricinde, rakip siyasi partilerin bünyesindeki seçmenleri stratejinin parçası haline getirmeli. Ve en önemlisi, parti liderlerini değişime ikna edebilmeli.
Birleşmesi gereken iki nokta.
sihir-siyasal-reklam-brandtalksSiyasi partilerin reklamı ve propagandası aslında 7/24 yapılıyor. Ağızdan ağıza, ağızdan kafaya, kafadan göze, eller-ayaklar, başlar-kıçlar hepsi faal. Sosyal medyayı da dahil ettiğimizde, o filmlerde yangını söndürmeye gelen itfaiyecinin, suyu fışkırtmak için açtığı hortumun tazyiği yüzünden elinden kaçıp sağa- sola-yukarı-aşağı deli gibi savrulması ve beş on kişinin o hortumu yakalamak için çabalaması geliyor aklıma. Sonra da tabii ki derin bir hüzün.O yüzden siyasi kurumlar aktif dönemleri boyunca yaşananları çok iyi analiz etmeli. Yaşananları hiç yaşanmamışcasına ya da yaşananları unutmamaya yemin etmişcesine bir amaçla karşımıza çıkmamalılar. Çünkü reklamla hafıza silinmez. Çünkü reklamla eksikler giderilmez, bir günde zirveye çıkılmaz. Reklamla karşındakini işaret parmağınla gösterip “seni gördüm, seni duydum, seni anlıyorum. Bekle geliyorum! Bekle düzeltiyorum! Bak bu yeni!” dersin. Çünkü ürün de olsa inanç da olsa, her şey insanların gözü önünde gelişir ve evrimleşir. Bunu unutmak, stratejide hedef kitlenin insan olduğunu unutmak gibi ve aslında unutulması imkansız olarak düşünülen bir şeydir. İşte ‘ama’ bağlacı böyle durumlar için yaratılmış. Bu arada, kısa bir süre reklamcılık da yapmış olan Mevlana, şöyle bir özlü söze de imza atmış “Gözünün gördüğünü, gönlünün gördüğüne değişirsen eyvallah. Gönlünün gördüğünü, gözünün gördüğüne değişirsen eyvah eyvah.”
Konuyla ilgili başka bir şey?
Evet. Bir film var, adı No. 2012 yapımı. 1988’de Şilili kötü bir general için yapılacak plebisitin sonucunda sandıktan ‘hayır’ çıkması için reklamcıların kullandıkları strateji ve taktikleri anlatan bir hikaye. Sonra da bu taktikler siyasal reklamcılıkta fazlasıyla kullanılmış. Sakın thepiratebay.sx’den utorrent aracılığıyla filmi indirme! Satın al. Sa-tın-al!
Son söz Necati Özkan’dan;
Siyasetle ilgili misiniz? Değilseniz bile, ilgilenmelisiniz! Çünkü siz ilgilenseniz de, ilgilenmeseniz de siyaset kadar sizin hayatınızı doğrudan etkileyen bir başka meslek dalı yoktur.